Her gidişinizde kaybolduğunuz duygusuna kapılsanız dahi telaşlanmak yerine durumun keyfini çıkarmayı sürdürdüğünüz yerin adıdır Kapalı Çarşı. Renklerin peşi sıra savruluşu “Kapalı çarşı deyip de geçme, kapalı çarşı kapalı kutu” diyerek özetler Orhan Veli…
İşte onun macerası da bu zevkli, zevkli olduğu kadar da hareketli, bütün dünyanın bir gün görmek ve yaşamak istediği kapalı kutuda başlar. Divrikli sokağında babasının dükkanını, her defasında birkaç yanılma ile de olsa nihayet öğrenecektir. Meslekle olan ilişkisi her yaramazlığında devirdiği halıları “babam görürse” korkusuyla kaldırmaya çalıştığı günlerde filizlenir.
Hakan Evin’in hikayesi de işte böyle başlıyor…
Henüz 17 yaşındayken babasına kendi işyerini açmak istediğini söylediğinde, bırakın kendi dükkanını bir süre Kapalı Çarşı’ya dahi adım atamaz!

Korkuyla eve gidişler, inatlaşan fikirler derken nihayet 1989’da kendi dükkanını açıyor. Çocukluğundan beri edindiği bilgiler doğrultusunda, kendi deyimiyle “eski Kapalıçarşı esnafı kafasında” değil, yeni bir dükkan sahibi imajı ile sarılmış işine. Alışılagelmiş dükkan sahipleri gibi masa başında oturmak yerine bir tezgahtar gibi… Bugün geldiği konumu da hâlâ işinin başında olmaya bağlıyor ve yine her yıkılan tozlu halıyı doğrulturken çocukça korkusunu anımsadığını, heyecanlandığını vurguluyor.
Yürü ya kulum!
“Kapalıçarşı deyip de geçme/ Kapalıçarşı, kapalı kutu.” Bu mısraları Orhan Veli, 1940’ta yazıyor. İşte bu kapalı kutu, kapılarını “şans” diye 1992’de açıyor Hakan Evin için; belki bir daha açılmamak üzere, belki de herkese açık bir halde!..
Her şey şöyle başlıyor: Amerikan Konsolosluğu’nun askeri kolundan bir asker, Hakan’dan halı alıyor ve bu halının sihri Anadolu’nun sıcaklığından mıdır bilinmez, askerle Hakan arasında sağlam bir dostluk oluşturuyor! Hakan sadece yabancı bir dost edinmenin mutluluğunu yaşaya dursun, farkına varmasa da hayat onun için “yürü ya kulum” notasını işte o günlerde çalmaya başlıyor bile. Bu arkadaş vasıtasıyla askerlerin birinin ikamet ettiği bir evde 1993 yılında bir halı sergisi planlanıyor ve bu sergilerin artık ardı arkası kesilmiyor. Garip ve anlaşılmaz bir hızla dostlar çoğalıyor; bu sergiler kimi zaman Türkiye’de Amerikalı şirketlerin genel müdürlerinin evlerinde gerçekleşiyor, kimi zaman özel günler için farklı mekanlar seçiliyor: Robert Koleji öğretmenlerinden tutun da, rahiplerin, coca cola ve benzeri ulusal firmaların müdürlerinden, profesörlere, doktorlara kadar genişliyor.


“Turistlerin 1000’i benim!”
Bu gidiş gelişlerin yoğunluğu dışarıdan bir ticaret ya da alışverişi çağrıştırsa da, farkında olmadan ekstra bir kültür elçiliğini de yanında getiriyor. Müşterilerin kalitesini göz önünde bulundurarak, ülkemizde alışveriş denince akla ilk gelen pazarlık konusunu soruyorum Hakan’a; çoğu yabancı misafirler zamanında pazarlık girişiminde bulunuyormuş ama konsoloslukla gelişen ilişkilerinden sonra artık konsolosluk uyarıda bulunuyormuş pazarlık yapmayın diye, çünkü Hakan’a güvenlerinden dolayı iyi fiyat vereceğini biliyorlarmış. Hakan’ın iddiası şu; “gerek dostlarım gerekse Amerikalılarla kurduğum köprü sayesinde her yıl en az 1000 turisti Türkiye’ye getiriyorum.” İnternet aracılığı ile tüm yönlendirmelerle de bizzat ilgilendiğini belirten Hakan; çoğu Türkiye ile pek ilgisi olmayacak turistleri biraz rehberlik hizmeti vererek getirdiğini vurguluyor.
Kapalıçarşı’dan tek davetli…
Esnafın iyi bir yabancı müşteriye nasıl davranılacağını bilmediğini söylüyor, “mesela” diyorum örnek veriyor; çevresi geniş bir müşteri halı alıyor ve kısa bir zaman sonra halılarının bulunduğu mekanı su basıyor. Müşteri ne yapması gerektiğini, halılarla ilgili endişelerini dile getiriyor satıcıya, bizim dükkan sahibimiz ise pek oralı olmuyor ya da bu işi yüklü bir miktara halledebileceğini söylüyor. Böyle bir durumda kendisinin halıları aldırdığını, gereken hizmeti yaptığını, ücret sorulduğunda da ek hizmet olduğunu dile getirdiğini söylüyor. Böyle davranılan müşterinin müşteri getireceğini ve size de her zaman güveneceğini yaşadığı deneyimlerden güç alarak üstüne basa basa vurguluyor. Ayrıca bu tür güvenin ona sağladığı bir çok özel ortamdan bahsediyor, konsolosluk ve misafirlerinin mavi tur gezilerine davet edildiğini, ev partilerine, nikah ve özel günlere ve hatta en son yeni konsolos başkanının tanıtım davetine dahi bizzat büyükelçinin davetiyle katıldığını gururlanarak anlatıyor Hakan. Eh, gururlanmakta da haklı. Amerikan Konsolosluğu’nun düzenlediği her geceye, davete ve baloya davet edilen ve bu davetlerde de Kapalıçarşı’yı temsil eden tek dükkan sahibi Hakan. Bu kadar ön planda oluşu Kapalıçarşı’daki diğer esnafla başının hoş olmaması gibi bir durumda doğuruyor elbette. Bu konuda pek fazla konuşmak istemiyor; “Onları anlamıyorum” diyerek kısa kesiyor.
First Lady ile kahkahalı anlar!

İspanya Kralı onun halı sattığı ilk ünlü. O zaman bu durumun ne kadar önemli bir reklam imkanı olduğunu bilemeyecek kadar acemi olduğunu söylüyor Hakan. Demi Moore eski eşi Bruce Willis’in de halı satın aldığı Hakan’ı, eski eşinin vasıtasıyla aradığını ve halı almak istediğini belirtiyor; hatta Demi Moore’nin kendisine geleceğini Hürriyet’e haber verdirten Hakan’a inanılmadığını ve dalga geçtiğini sandıklarını söylüyor. Hillary Clinton için ise “En güzel müşterim” diyor, en çok onda heyecanlandığını anlatıyor: Gizli servis dükkanına gelip gerekli görüşmeleri yapmış, halılar seçilmiş, uyarılar yapılmış. Ama hiçbiri tutmamış, bizim Hakan heyecan ve hayranlıktan olsa gerek, bu psikolojik baskıya daha fazla katlanamayıp espriler yapmaya başlamış, Hillary’yi güldürmüş de. Tokalaştıktan sonra ellerini birkaç ay yıkamayacağını söylemiş, hatta “mümkünse dudaklarımı da birkaç ay yıkamak istemiyorum” diye de eklemiş! Bu sıcak ve olabildiğince “Türk” latife karşısında Clinton kahkahayı patlatmış. Konsolosluk görevlileri eğer bu şakaları yapan bizlerden biri olsaydı hayatı mahvolmuştu şeklinde not düşmüşler olaya. Hakan’ın sosyal kişiliği böyle dizginlenemez, böyle aktive olmuş durumda; bir halkla ilişkiler ansiklopedisi o. Clinton olayından sonra konumunun ve ayrıcalıkların önemini daha da kavramış Hakan, halılarının kalitesini, hizmet verimliliğini yükselttiği gibi ünlü müşterilere karşı daha hazırlıklı olmaya çalışmış. Yani anlayacağınız bu olay Hakan’ın işiyle ilgili çıtasını yükseltmiş. Ünlülerden aldığı hediyelere gözü gibi bakıyor Hakan. Demokratlara halı sattığı günlerde ‘acaba Cumhuriyetçilere de bir gün halı satabilecek miyim’in derdine düşüyor bir ara. O da oluyor; Hakan hem Demokratlara hem de Cumhuriyetçilere halı satıyor…
İspanyolca’nın cazibesi!..
Hakan’ın yurtdışı dostlukları Amerika ve Kanada ile sınırlı değil, öyle ki İspanya’daki televizyon ve radyolara her yıl en az on-on beş defa bağlanıyormuş Hakan; “özellikle Galatasaray maçlarında hemen ararlar beni (kendisi Beşiktaşlı), hatta İngilizlerle aramızda çıkan kavgada maç sonrası bir İngiliz muhabirine daha bağlanmış İspanyol TV’si ve canlı yayında Hakan’ın da katıldığı müthiş bir tartışma yaşanmış. İspanya ile bağlantısı ise İspanyollara olan ilgisine dayanıyor, zaten bu ilgiden olsa gerek ilk öğrendiği yabancı dil İspanyolca olmuş. Portekizce ve İtalyanca ile birlikte dört yabancı dili olan Hakan’ın şu aralar en çok düşündüğü Amerika’ya bir mağaza açıp Türk halılarını Amerikalıların ve Avrupa’nın biraz daha yakınına taşımak.
Hatıra defterinden birkaç yaprak:
Hakan,
Harika halıların için teşekkürler. Sen çok iyi bir Teksaslı olmalıydın aslında. En iyi dileklerimle.
Jorch Bush
Hakan,
Jorch senin Teksaslı olabilme ihtimalini yanlış düşünmüş, sen çok iyi bir Floridalı olabilirdin! Bize çok yardımcı oldun, çok teşekkür ederim. En iyi dileklerimle…
Clay Show
Florida milletvekili
Hakan,
Halılarınız çok iyi. Sen çok iyi bir satıcısın ve iyi bir kişiliğin var. Ümit ediyorum ki, bana karşı kongrede yarışmazsın. Çünkü zor bir rakip olurdun!
Asa Hutchinson
Arkasa Milletvekili
(Bill Clinton’ı kongrede yargılayan başkan)