/

Yazının beşiğini müzik sallıyor

Cemal Süreya halk türkülerini sevmeyenlerin şair olamayacağını söyler; çünkü en neşeli şarkıların bile mutlaka hüzün taşıdığına, en acı türkülerin ise umut aşılayabileceğine inanır. Şairin bu yaklaşımından yola çıkarak, yazarlara müzik ile mesailerini sordum...

Öyle ya, bazen bir sesin gücüne kapılıp kulak-beyin bağlantısı dışında bütün randevuları iptal etmek, önem sıralamasında bütün meselelerin önüne geçebilir. Cemal Süreya alaturka şarkıları ve halk türkülerini sevmeyenlerin şair olamayacağını söyler, çünkü en neşeli şarkıların bile mutlaka hüzün taşıdığına, en acı türkülerin ise umut aşılayabileceğine inanır.

Cemal Süreya’nın bu yaklaşımından yola çıkarak, yazarlara müzik ile mesailerini sordum. Ama öncesinde, gelin birkaç okuma notuna bakalım…

Alman şair Friedrich Schiller şiir yazmak için en uygun yerin, soğuk su ile dolu bir küvet olduğunu söyler. Bir başka ilham perisi daha vardır, çekmesinde sakladığı çürük elmalar. Çalışma odasına yayılan bu kokunun hayal gücünü artırdığını söyler. Fransız şair Charles Baudelaire, yazmaya başlamadan önce ağır kokular ve lavanta sürünürken, bir diğer Fransız şair Théophile Gautier odasında otlar ve yapraklar yakar. İngiliz Lord Byron’ın ise yazı odasında uzun uzun mantar kokladığı görülmüştür.

Bütün bu yazı serüvenine dahil çılgınlıkları hatırlattığımda, Sunay Akın çay bardağını kavramıştı bile. Çay olmadan çalışma odasına girmeyenlerden biri o da. Öyle ya, bir bardak çay insana dünyanın tüm gürültülerini unutturabilirdi. O da Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Nazım Hikmet gibi kendisine ilham veren ilahi çaya mersiyeler düzenlerden…

Mektup alır, efkarlanırım;
Rakı içer, efkarlanırım;
Yola çıkar, efkarlanırım.
Ne olacak bunun sonu, bilmem.
“Kazım’ın” türküsünü söylerler,
Üsküdar’da,
Efkarlanırım.

Orhan Veli’nin bu şiirine takılır Sunay Akın. Şairi etkileyen türküyü bulmak için Üsküdar kahvelerini tek tek dolaşır. Sonuç hüsran! İstanbul’un sokak çeşmeleri gibi, kahvelerde de Kazım’ın türküsünden tek bir iz yoktur.

Ki, aynı türküyle efkarlanan sadece Orhan Veli değildir. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu da etkisi altına alır türkü:

Nasıl unutur nasıl?
Ömründe bir defa,
Kazım’ın türküsünü dinleyen.

Mehmet Akif Ersoy’da müzikle içli dışlıdır. Bir süre müzik dersleri alır ama üstesinden gelmeyeceğine kanaat getirip üzülür sonra:

Gel ey Davud-ı san’at sur-ı mahşerden reva göster,
Uyansın gel ki mızrabınla Şark’ın dalgın eb’adı,
Kıyametler koparsın, her telin bir sesle feryadı…

Yahya Kemal ise Itri aşığıdır. Sürekli Itri’den bahseder ve bestelerinin kayboluşundan duyduğu üzüntüyü; “Belki hâlâ o besteler çalınır, Gemiler geçmeyen bir ummanda.” diyerek şiirine taşır.

Nermi Uygur bir kitabının sunumunda şu cümleyi kurar: “Bu kitaptaki denemelerin ortak yönlerinden biri, günün yalnızca güneşli saatlerinde yazılmış olmalarıdır.” Kuşkudan, evden, masaldan ve çingene palamudundan söz ettiği kitabın adı “Güneşle”dir. Ünlü gezgin Kristof Kolomb, San Sebastian Limanı’nda verdiği molada şöyle yazar: “Hava Endülüs’teki ilkbahar gibi, tek eksiğimiz bülbül sesi.” Deniz, rüzgâr ve liman işçilerinin bağırtıları arasında dahi insanoğlunun aradığı yine bir başka sestir.

Sonuçta evren seslerle çalkalandıkça, melodinin tıpkı yazar ve şairler gibi, toplumlar üzerindeki etkisi her daim sürecektir. Bir güçtür çünkü. Acıyı, hüznü hissettiren, tüm duyuları harekete geçiren mucizevi bir güç.

Bu gücün yönetimlerde farkındadır! 26 Ekim 1926 günü gazeteler şu haberi geçer: “Resmi müesseselerde alaturka musiki ilga edildi. (Yani kaldırıldı.) Artık bu musikiden sadece tarih derslerinde bahis olunacaktır.” Yasağın ardından alaturka çalan müzisyenlerin Mısır’a gönderileceği dedikoduları da çıkar, bu dedikodu olarak kalır. Alaturka şarkılar radyolarda yasaklansa dahi insanlar gün boyu radyoda çalan Vivaldi yerine, çocuklarını alaturka ninnilerle büyütmeyi sürdürür. En sonun da yasak, kültüre boyun eğer ve kaldırılır. Çünkü kültür, zorlamaları sevmez.

Yine bir dönem; Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, radyolarda günün yüzde 10’unda -nasıl bir oransa artık- türkü çalma zorunluluğu getirir. Karar ahalinin ve mizah dergilerinin eğlencesi olur. Nasıl olmasın ki! Sunucular ikide bir habere ara verip, ‘şimdi üst kurul talimatları gereği, Hacı Taşan’dan türküler dinleyeceksiniz’ diye anons yaptıkça, kahvelerde kahkahalar kopar…


Ayfer Tunç

Müzik konusunda bilgisiz olduğumu düşünüyorum. Çalışırken, okurken ya da yazarken katiyen dinleyemiyorum. Müziğe ayrı bir vakit ayırılması gerektiği kanaatindeyim. İşte o vakitlerde de daha çok Türk Sanat Müziği dinliyorum ama iyi örneklerini tabii ki… Her zaman müzik konusunda doğru adres olmadığımı düşünmüşümdür ama edebiyatımda bestekârları, eserleri ve sözlerini kullanıyorum. Yazarken ise, dediğim gibi sessizliği tercih ediyorum.


Alev Alatlı

Yazarken müzik dinlemem. Bu durumu tek bir sözle açıklayabilirim: Çünkü müzikle yazı rekabet eder. Boş zamanlarda müzik dinlemek iyi bir şey değildir ve müzik kulağın ardından dinlenecek bir şey değildir. Özel zaman ister ve özel zaman ayırmak gerekir.


Nazan Bekiroğlu

Çok ağır arabeskler hariç her müziği dinliyorum. Bir de Jazz ile bağ kuramadım. Etnik müziklerden hoşlanıyorum. Asya müziğini yeni keşfettim. Eskiden Doğu türkülerini dinlerdim, son birkaç yıldır Orta Anadolu türkülerini keşfettim. Neşet Ertaş, Muharrem Ertaş, Naci Taşan dinliyorum. Müziksiz tek satır yazamam ve okuyamam… Sözleri 3. Murat’a ait olan ‘Uyan ey gözlerim’ adlı bir ezgi var, tekrar tekrar dinlediklerimin başında geliyor diyebilirim. Doğrusu müzik götürüyor beni, kapıda bırakıyor, içeriye almıyor; müzikteki dağınıklığımın, tutarsızlığımın sebebi bu olsa gerek.


Buket Uzuner

Geceleri çalışan bir insan olduğum için, gün içerisinde farklı müziklerle dağıtarak bu açığımı kapatma yolunu tercih ediyorum. Sabahları ruhuma dinginlik verdiği için olsa gerek klasik müzik dinliyorum. Jazz ve Türk musikisi genelde tercih ettiğim müzik türleri. Türk musikisinde beğendiğim eserlerin daha sonra tamamının nihavent olduğunu fark ettim, herhalde nihavent eserler beni daha çok etkiliyor diye düşünüyorum. Mesela Bülent Ortaçgil’den hiç vazgeçemiyorum, nereye gitsem yanımda götürüyorum. Robie Williams, Aziza Mustafa Zadeh ve koyu bir Sting dinleyicisi de sayılırım.


Haşmet Babaoğlu

Gürültü benim için önemli. Kesinlikle kulaklıklarımı takarım ve müzik dinleyerek yazarım. Ya da açarım odamın kapısını, gazetenin hengâmesini, gürültüsünü odama alırım. Bu da benim için diğer bir çalışma biçimi. Gençliğimden beri rock dinliyorum, yazı yazarken genelde tercihim rock müzik oluyor. Ama bazen yazdığım yazıya göre barok, tasavvuf müziklerini de tercih edebiliyorum. Evet, sonuç olarak, yazıyorsam muhakkak müzik olmalı.


Ebubekir Eroğlu

Hüzzam makamını çok severim. Ama yazarken genelde sessizlik isterim. Öyle bir alışkanlık olmuş bende. Anladığım kadarıyla bestekârlar doğa içerisindeki sesleri düzenleyerek bizlere veriyorlar ve müzik bazen gürültünün parçası haline gelebiliyor. Çok usta bir müzik dinleyicisi değilim. İtiraf etmeliyim ki, bir kanunla bir udu bile bazen ayıramam. Yazarken ise tercihim sessizlik.


Solmaz Kamuran

Müzikle aram çok iyidir. Yazarken illa da müzik dinlemeyeceğim diye bir şey yok. Israrla dinlemek istediğim zaman konçertoları dinliyorum. Ve sadece dinlemiyor, adeta donuyor gibiyim. Sabahları tercihim barok dinlemek, bazen klasik Türk müziği, bazen de etnik müzik dinlerim.


Hilmi Yavuz

Yazı yazarken özellikle müziğe ihtiyacım oluyor. Seçme yapmıyorum; ama o günkü durumuma göre bir müzik olabiliyor. Klasik Türk Musikisi, 16. yüzyıl barok müziği ya da enstrümantal caz da olabiliyor. Artık bilgisayarda çalıştığımız için, hemen yanı başımızda müzik. Bu fırsatı kaçırmamak gerektiğini düşünüyorum.


Çetin Altan

Yedi sene keman dersi aldım. Gençliğimizde mandolin konserleri verdiğimiz oldu. Müzik bence, belli bir yaşa gelince daha iyi anlaşılıyor. Ben bunu fark ettiğimde, işte müziğin tadı demiştim. Yazıya gelince, bence yazı konsantrasyon işidir ve yazının konusuna göre değişir.


Ümit Meriç

Müzikle aram bazen çok iyidir; ama ruh dünyam inceldiği zaman ise adeta küserim. Tefekküre mani olmadıkça tam bir meloman olduğumu söyleyebilirim. Babamın taktığı isimdi bu, bugüne kadar da değişmemiştir. Müzik tercihimde ise eski aşklarıma sadık kalmışımdır hep. Lise yıllarında klasik Türk müziğine hayrandım, hiç unutmam, babam üniversite bitiminde hediye olarak abimle bana Kemal Gürses’in plak koleksiyonunu hediye etmişti. O günlerde gitar konçertolarını da dinlerdim, iki kanatta da uçardım yani. Zaman içinde tasavvufa ilgimden dolayı dini musikiye meylettim. Bir ara sadece Mahmut El Husari’nin Kur’an-ı Kerim tilavetini dinledim. Şimdi ise yine başa döndüm. Fransız Georges Bizet’i dinliyorum. Sami Savni Özer’i, Mazhar Alanson’u dinliyorum. Kitap okurken ise genelde enstrümantal müziği tercih ediyorum.


İskender Pala

Yazı yazarken müzik dinlemiyorum, sadece müzik duymayı tercih ediyorum. Dinlemek içinse zaman ayırıyorum. Klasik müziğin her türlüsünü seviyorum. Son zamanlarda modaya uyup türküleri de dinlemeye başladım. Çalışma masamda müzik her daim aksesuar gibidir. Müzik olmadığı zaman bir eksiklik gibi geliyor bana. Genç müzisyenleri ise edebiyatta da olduğu gibi takip etmeye çalışıyorum.

Kürşat Okutmuş

Journalist Author.
TV News Editor.

Düşünceni Paylaş

Your email address will not be published.

Önceki Hikaye

Yazardan okura ‘kelepir’ öğütler

Sonraki Hikaye

“Salgın, korkuyu kitaplarıma yansıtmayı öğretti”

Dosya

Hür tefekkürün kaleleri

Kaybedilen ilk savaş Mecmua-i Fünun’dur. Ahmet Hamdi Tanpınar; 48 sayı çıkabilen ilk Türkçe bilim dergisi için

Diksiyonsuz Medya

Karar vericiler “ne dediği anlaşılmıyor ama anlaşıldığı kadar artık” dedikçe, fonetik zehirlenme sokaktan ekrana taşınır oldu.

Depremin yıl dönümü olur mu?

Düzce’de sokakları arşınlıyorum. Yıkılmış binalardan dağılan toz bulutu fotoğrafa izin vermiyor. Derken kemani Ferdi geliyor. Keman,

İkinci Yıldız yağması

Önce Evliya Çelebi’yi Seyahatnamesini yazarken, Kanuni'yi Irak seferinin minyatür çizimini heyecanla beklerken düşünün. Sonra da tüm