Bulgur Palas hayaliydi, kabusu oldu

Bolulu Mehmet Habip Bey kimdir? İstanbul'un hakim tepesine dev bir şato yaptıracak kadar nasıl yükseldi? Bulgur Kralı lakabını ona kim verdi? İtalyan mimar Guilip Mongeri, Türkiye'ye başka hangi eserleri kazandırdı? İşte, Bulgur Palas hakkında tüm merak edilenler…

Sosyal medya hesaplarınızda yaptığınız paylaşımlara, meraklı arkadaşlarınızdan sorular geliyordur elbet. Sosyalleşmek “biraz da bu” diyerek, her soruyu cevaplayanlardan biri de benim. Sıkılmak bir yana, bundan büyük bir keyif aldığımı da söylemeliyim.

Son günlerde en çok etkileşim, dolayısıyla da soru aldığım mekanlardan biri oldu Bulgur Palas. “Nerede, nasıl gidilir, nasıl buldun” gibi ilgiden ziyade, hikayesine dair merak edilenler olduğunu fark edince, hemen Bulgur Palas’ın kitaplığına uzandım. Ardından birkaç yazılı kaynağı daha aralayıp, Bulgur Palas hakkında tüm merak edilenleri aşağıda bir araya topladım.

Kimdir, bu hırslı Bolulu Habip Bey?

Hikayenin en başına dönelim ve sadece 48 yıl yaşasa da, kısacık ömrüne Bulgur Palas’ı da ekleyerek dünyadan göçen Mehmet Habip Bey’i tanıyalım önce…

Bolu Mebusu Mehmet Habip Bey

1878’de, Osmanlı İmparatorluğu’nun 34. Padişahı Abdülhamit tahttayken Bolu’da dünyaya gelir. Harbiye’yi bitirdikten sonra yolu, topçu subayı olarak gönderildiği Manastır’da İttihat ve Terakkiciler ile kesişir. Yazılı kaynaklara göre, örgüte Selanik’teki gizli yemin töreninin ardından katılır. Hatta, yeni şubeler kurmak için Anadolu’da görevlendirilir. İsmail Hakkı ve Enver Paşa’ya yakın bir isimdir. Özellikle kendi memleketi Bolu ve Kastamonu bölgesinde başarılı bir örgütlenmeye imza atınca, 2. Meşrutiyet’in ilanının ardından 1908’de yapılan seçimlerde Bolu mebusu olur.

Ardından savaş yılları girer devreye. İttihat ve Terakkiciler, millileşme girişimlerine o yıllarda başlar. Hatta çeşitli mahsul ve ekmek gibi ihtiyaçlar için şirketler kurarlar. Milli Mahsulat, Milli Ekmekçiler gibi şirketlerin İttihat ve Terakki mensupları tarafından kurulması, yönetime yönelik milli burjuva eleştirilerine yol açsa da kulak asılmaz.

Habib Bey’di, Bulgur Kralı oldu

Tahıl deposu Anadolu’dan bulgur, arpa ve buğday gibi mahsuller tüccar gibi alınıyor ve devlete satılıyordu. Böylelikle ilk milli sermaye grupları da filizlenmeye başlamıştı.

Habip Bey hububat ticaretinin yanı sıra, -iddiaya göre- parti üyelerine sağlanan vagon kiralama ayrıcalığıyla da hatırı sayılır kazanç elde eder. Öyle ki, ünlenir ve Bulgur Kralı olarak anılmaya başlar.

Bulgur Palas’a giden yolu açan da işte bu kral lakabı, yani ticaretten kazanılan büyük paralar olur.

Artık çok güçlüdür. İlk iş, Cerrahpaşa’da, tüm İstanbul’u ayaklarının altına seren en tepeden, hatırı sayılır bir arazi satın almak olur. Uzun yıllardır hayalini kurduğu konak için ilk adımdır bu.

Hayalindeki konağı dönemin en iyisine çizdiriyor

Konağın mimari çizimi için, dönemin en iyilerinden biriyle, İtalyan mimar Giulio Mongeri ile anlaşır.

İşte, İstanbul’un yedinci tepesi Cerrahpaşa’daki Bulgur Palas’ın temelleri tam da bu yıllarda, 1912’de atılır.

İtalyan Mimar Giulio Mongeri

Nihayetinde; mimar Giulio Mongeri’nin çizdiği ihtişamlı yapı, Mehmet Habib Bey’in bulgur ticaretinden kazandığı paralarla inşa edilmeye başlar.

Buraya kadar her şey yolundadır. Peki ya sonrası…

Çöküş, yani hikayenin hüzünlü bölümü başlıyor ama öncesinde, isterseniz tam da burada, bugün içine girdiğimizde büyülendiğimiz bu ilginç Bulgur Palas mimarisinin kahramanına, yani mimarına bir göz atalım…

Genç Türkiye’nin mimarisinde bir İtalyan imzası

Onun ailesi de, savaşların savurduğu bir ailedir. Mongeri’ler; 1848 yılında Avusturya’nın İtalya’yı işgali üzerine Milano’dan İstanbul’a gelmiş ve İstanbul’daki Levanten topluluğa katılmışlardır.

Felsefe ve tıp alanında uzman bir isim olan baba Luigi Mongeri, Osmanlı Devleti’ne sığındıktan sonra karantina teşkilatında çalışmış, Sinop ve Girit karantinası’nda görev yapmış, 1850-1876 arasında ise ise Osmanlı Devleti’nin en büyük akıl hastanesi olan Süleymaniye Bimarhanesi’nde başhekimlik görevini yürütmüştür.

Guilip Mongeri imzasını taşıyan eserlerden biri…
Aziz Antuan Katolik Kilisesi, Beyoğlu, İstanbul
1912

Guilip Mongeri, henüz 9 yaşındayken babasını kaybeder. Milano’ya, amcalarının yanına gönderilir ve eğitimini orada tamamlar. Brera Güzel Sanatlar Akademisi ve akademinin Mimarlık Yüksekokulu’nu dereceyle bitiren Mongeri, 1897’de, İstanbul’da ailesinin yanına döner.

Projeleri ve makaleleri ile akademik çevrede dikkat çeken Mongeri, arkeolog ve ressam Osman Hamdi Bey’in referansıyla Türk milli eğitimine dahil olur. 1930’lara kadar genç Türkiye’nin ilk kuşak mimarlarının yetişmesine katkıda bulunur.

Ankara, İstanbul, İzmir ve Bursa’da, bugün hala ayakta olan bir çok iz bırakan işlere imza atar.

Mongeri, İstanbul’un ardından yerleştiği ve hayatının geri kalanını geçirdiği Venedik’te, 1951 yılında gözlerini kaparken, ardında bu topraklarda bir çok ihtişamlı yapı örneği bırakır.

Guilip Mongeri imzasını taşıyan eserlerden biri…
Karaköy Palas, İstanbul
1920

İşte, birçok kere önünden geçtiğimiz, zaman zaman büyülendiğimiz Mongeri imzası taşıyan binalar:

1912: Aziz Antuan Katolik Kilisesi, Beyoğlu, İstanbul
1914: Taksim Sahnesi (Majik Sineması), Beyoğlu, İstanbul
1920: Karaköy Palas, Karaköy, İstanbul
1924: Maçka Palas, Nişantaşı, İstanbul
1925: Bozlu Holding Binası, Şişli, İstanbul
1926: Osmanlı Bankası Binası, Ulus, Ankara
1928: Osmanlı Bankası Binası, Konak, İzmir
1928: İnhisarlar (Tekel) Başmüdürlük Binası, Ulus, Ankara
1928: Taksim Cumhuriyet Anıtı’nın kaidesi, Taksim Meydanı, İstanbul
1928: Ziraat Bankası Eskişehir Şube Binası, Eskişehir
1929: Ziraat Bankası Genel Müdürlük Binası, Ulus, Ankara
1929: Aydın Ziraat Bankası, Efeler, Aydın
1929: Türkiye İş Bankası Genel Müdürlük Binası, Ulus, Ankara
1932: Çelik Palas, Bursa
ve Bulgur Palas

Yokluk yıllarında öfke büyür

Ve dönelim, asıl hikayemize…

Bulgur Kralı Mehmet Habip Bey’in, İtalyan Mimar Guilip Mongeri’ye çizdirdiği binanın yapımı son hızla devam ederken, savaş sona erer. İmparatorluk 1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmıştır.

Anadolu yokluk ve yoksulluk içindedir. Bağımsızlık mücadelesi verilirken, bir bulgur tüccarının bin 750 metrekare açık, 3 bin 750 metrekare kapalı alan, 1000 metrekarelik müştemilatı ve 9 metrekarelik süs havuzlu görkemli konak inşaatı herkesin tepkisini çeker.

Üstelik sadede halk değil, İttihat ve Terakki’nin önde gelenleri de öfkelidir bu duruma.

Derken, 4 Mart 1919 günü yeni sadrazam Damat Ferit Paşa iş başına geçer, yeni kabineyi oluşturur. Ardından da mahkemeler, sürgünler başlar.

Bulgur Kralı Mehmet Habip Bey

Önce sürgün, sonra ani ölüm

Doğal olarak hedeftekilerden biri de Bolulu Habib Bey’dir.

Öyle ki adı 20’likler listesindedir, Malta’ya sürülür. Orada çıkarıldığı mahkemeden ceza almadan İstanbul’a döner ama bir süre sonra yeniden tutuklanır. Bu çalkantılı süreçte, ailesi bankalara hayli borçlanmış, alınan kredilerin faizi bile ödenememiştir.

Tüm bu sıkıntılı süreçten olsa gerek, 1926 yılında henüz 48 yaşındayken, Mehmet Habib Bey kalp krizi sonucu hayatını kaybeder.

O, hayalindeki konağa bir kez dahi giremeden uğurlanırken, gözü yaşlı eşi Fatma Bediye Hanım aynı yıl, Bulgur Palas’ı borçlara karşılık Osmanlı Bankası’na verir.

Bina uzun bir süre Osmanlı Bankası’nın lojmanı ve arşivi olarak kullanılır. Bankanın 2001 yılında Garanti Bankası’na katılmasıyla el değiştirir. Ardından da kaderine terk edilir.

Unutulmuştu, nihayet hatırlandı

Unutulmuş uzun yıllar vardır arada.
Dayanır, ayakta kalır bu süreçte.

Bu harika bina için yeniden doğuşun müjdesi ise 2020 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından satın alınması olur.

Amaç restorasyondan geçirip, yeniden şehir hayatına katılmasıdır.
Ama kolay değildir!

Büyüklüğü, çevresindeki ek yapıları, heybetli kapıları ciddi maliyet demektir.
3 yıl sürer bu süreç.

Yılların tozu alınır üzerinden.
Yenilenir.

Ve 28 Şubat 2024 günü kütüphanesi, belge merkezi, sergi salonu, kafeteryası, dinlenme alanları ve 70 sanatçının 200’den fazla fotoğrafıyla dünyadaki toplumsal değişimlerin görsel hafızasını fotoğrafseverlerle buluşturan Magnum İstanbul’da sergisi ile yeniden kapılarını açar.

O gün akşamüstü, açılış sonrasına yetişebildiğim ilk gün, şöyle yazacaktım:

O da makus talihini yendi…
Tepede yalnızlığı bitti…
Bulgur Palas geri döndü…

Bolulu Habip Bey,
İtalyan Mimar Guilio Mongeri
ve kent hafızasına,
112 yıl sonra çok şık bir selam.

Kürşat Okutmuş

Journalist Author.
TV News Editor.

2 Comments

  1. Çok etkileyici bir hikaye. Artık yaşanmışlık ve yaşanmamışlıkların tüm izleriyle bizim geç kalan keşfimizi bekliyor Bulgur Palas. Teşekkürler paylaşım için.

Düşünceni Paylaş

Your email address will not be published.

Önceki Hikaye

Kütüphaneli Ormanın Hikayesi

Yazı

Yürüdü kaldı!

Gıcırtısı güzel günlerden kalma şarkıları mırıldanan ahşap bir merdivenle bir üst kata çıkarak; dinlenme ve yatak

Adanalı Fellini

Lisede okulu terk eder ve sevdiğine şiirler yazmaya başlar. Bu merak onu gazete satıcılığına kadar götürür.

Dokuyamayan Anadolu

Edebiyat tarihçileri “Çıkrıklar Durunca” adlı romanı gereksiz entrikalarla doldurulmuş varsayarak pek başarılı bulmaz. Oysa romanda estetik