/

Yazardan okura ‘kelepir’ öğütler

Yazının intikamı diyordu yazar, yazının sonu diyordu! Okuyucu dediğimiz “insan türü”nün olması bu sona karşı bir garanti teşkil ederdi kuşkusuz. Peki dört dörtlük bir “okuyucu” olmak mümkün mü? Kimdir okuyucu?

Okumaya Başla

“Milyonlarca kapkaranlık yılın ardından onlarca ulusun, yüzbinlerce insanın katkılarıyla ortaya çıkıp insana belki de en büyük ödülü veren, bilinmezi bilinir yapan, insanı insanlaştıran YAZI’nın intikamı engellenmeli… Yaşamın kaynağı, yaşamın başlangıcı, ışığı demek çünkü YAZI… Sonu, yaşamın sonu olabilir bu yüzden.”

Bu satırları Zeynep Aliye’ye ait bir öyküden cımbızla çekip aldım. Yazının intikamı diyordu yazar, yazının sonu diyordu! Okuyucu dediğimiz “insan türü”nün olması bu sona karşı bir garanti teşkil ederdi kuşkusuz. Peki dört dörtlük bir “okuyucu” olmak mümkün mü? Kimdir okuyucu?

Yaşam gibi okumak da çetin bir mücadele gerektiriyor artık. Sıradan bir insanın günlük koşturmacası arasında, baş döndürücü değişimlerin dünyasında kitabın sesini duyması çok güç artık. Öte yandan duyduğu sesin nasıl bir kitaba ait olduğunu kestirmesi de zor. Kitap okumak 20 yıl önceki gibi bir anlam içermiyor artık. Okumak yalnızlaşan insanın sığınağı oluyor ama anlamı giderek daha fazla ıskalanan bir eylem haline geliyor. Yayınevleri, yazarlar ve medya tarafından belirlenen ve etkilenen beklentiler okumanın verimliliğini de büyük ölçüde etkiliyor.

Yazarlığı 400 yıldan beri hâlâ taze olan Francis Bacon denemelerinde; öğrenmenin bizler için kıvanç olduğunu söyler ve okumanın bir ruh güzelliği ve yetenek kaynağı olduğunu ekler. Kitap okuyan kişinin kıvancı bir köşeye çekilip yalnız kaldığında, ruha kattığı güzellik ise diğer insanlarla konuşmaya başladığında ortaya çıkar; okumak kişiye karar verme ve işleri düzenleme konusunda da birtakım yetenekler hediye eder. Francis Bacon’un iyi okuyucu olunabilmesi için anlamlı bir notu vardır: “Kitap vardır, ancak tadına bakılmak içindir; kitap da vardır çiğnenmek, özümlenmek içindir; başka deyimle, kimi kitapların insan ancak birkaç bölümüne göz atmalı, kimisini baştan sona şöyle bir okuyup geçmeli, pek azını da her ayrıntı üzerinde titizlikle durarak adamakıllı okumalı.”

Bacon’un ayrımındaki izlek okumanın verimli olması için küçük bir ipucu veriyor. Bu sözden yola çıktık ve okumak, daha da önemlisi iyi birer okuyucu olabilmekle ilgili okuma notları kabarık yazarlara danıştık…

“Onlarca baskının iyi okuyucusu değil ancak alıcısı olabilir”

“Okuma Notları” kabarık şairlerimizden Hilmi Yavuz, Antrjet’in güncesinden bir alıntı ile düşünce ufkumuzu genişletmeye çalışıyor: “Bazı insanlar vardır ne tür kitap okurlar diye düşünüyorum, bazı kitaplar görürüm bunları da kimler okur diye düşünürüm.” Hilmi Yavuz’a göre iyi okuyucu belli bir birikimi olan, belli düşüncelere artık sahip olan kişidir. Günün modasına uygun kitaplarla ilgilenenler ise iyi birer okuyucu değildir.

Hilmi Yavuz

‘Günün modası” derken, ne demek istediğini biraz açmasını istiyorum: “Tutuldu denilen ya da reklamla dayatılan kitapları satın alan kişiye ben okuyucu değil alıcı diyorum, bunlar aldıkları bu kitapları ya okumazlar ya da sadece bulundurmak için alırlar, işte bu tür alışverişin olduğu ortamda ben bu kitapların yazarlarına da sadece satıcı diyebiliyorum, onun içindir ki kendi kitaplarımı alıcılar için değil de okuyucular için ele alıyorum.”

Yazara sormuşlar: Kime yazıyorsunuz? Yazar cevap vermiş: Ucu bucağı olmayan bir azınlığa! Ben de Hilmi Yavuz’a soruyorum: Kime yazıyorsunuz?

“Benim kitaplarımı okurun kitaplığında Yahya Kemal’in, Ahmet Haşim’in, Asaf Halet Çelebi’nin kitapları arasında görürsem tamam derim okuyucuya ulaşmışım, yok benim kitabım İbrahim Sadri’lerin, Yılmaz Erdoğan’ların, Bedirhan Gökçe’lerin yanında ise o zaman külahı önüme koyup düşünmem lazım!”

Bir tartışma başlatmak gibi bir derdim yok ama yine de yüklendiği isimlerin kitaplarının 100 baskıyı geçtiğini hatırlatıyorum: “Türkiye’de iyi bir kitabı okuyacak, 100 baskı yaptıracak bir kitle yok” diyor Yavuz. İyi okur olabilmek adına tavsiye istiyorum kendisinden ve yine ilginç bir cevap alıyorum: “Çok satanları değil, uzun satanları tercih etmek lazım, yani klasiklerden başlanılmalı.”

“Meraksızlık had safhada”

Niçin az okuyoruz? Edebiyat neden dışlanıyor? Sevinç Çokum’u rahatsız eden, üzerinden düşünmeye iten sorular işte bunlar… Demek ki tam zamanında sormuşum:

Sevinç Çokum

“Bizler atlı medeniyetin insanlarıyız, yerleşik hayata geç geçtik. Yerleşik hayatta düşünce vardır, tevekkül vardır, araştırma vardır; insan yalnız kalabildiği için daha meraklıdır, daha araştırmacıdır. Ama göçebe hayatta biraz daha dışa dönük yaşamak gerekiyor, kitle halinde olduğunuzda biraz da kitle halinde hareket etmemiz gerekiyor, böylelikle de fazla düşünemeden, belli kalıplar ya da töreye göre yaşanıyor. Onun için bizde sözlü hayat daha belirgindir, edebiyatta sadece destan yani ozanlarımız, halk edebiyatı adında gelişmiş. Teslimiyet var halimizde, ya da olması gerektiğinden daha fazla güven. Meraksızlık had safhada.”

Güçlü hikayeciye göre üniversiteler dahi araştırmak, öğrenmek için değil -yani bir merak ya da tutku adına değil- sadece meslek sahibi olunmak için doluyor. On, on beş yıl içerisinde edebiyatın artık dışlandığını fark eden yazara göre edebiyat neredeyse okullarda ders olmaktan dahi çıkarılacak. Kitabın da artık modaya dönüştüğünün altını çizen Çokum, bu durumun kitabı bir rant aracı haline sokacağından ve böylelikle de yakın zamanda rantı elinde bulunduranların keyfine kalacağından bahsediyor. Çokum’a göre ülke edebiyatı yavaş yavaş iflah olmaz bir hastaya dönüşüyor.

Peki o hangi yazarlardan besleniyor? İyi ve anlayan bir okuyucu olabilmek için kesinlikle not tutarak okumak gerektiğini söylüyor. En önemsediği yazarlar sıralamasında ilk aklına gelenler Charles Dickens, Kronin, Marguez, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar, Abdülhak Şinasi Hisar ve Sait Faik Abasıyanık…

“Bu bir merak ve lezzet meselesi”

Sevgili Çetin Altan, üzerine kafa yorduğum konularda soru sormak istediğim bilgelerden biri. Sorması kadar, cevap alması da zor ama denemeyi seviyorum. “Merak meselesi” diyor okuma sevdası için. Okumaya polisiye ile başlamayı ise iyi bir okuyucu olmak için önemli sayıyor, çünkü polisiye sürükleyicidir. Kitap okumanın seçmekle ilgisi olmadığını, bunun bir lezzet meselesi olduğunu söylüyor:

Çetin AltanUstaya saygı ve özlemle…

“Dostoyevski’nin kalın kalın kitapları ile başlanmaz okunmaya mesela, önce Kumarbaz okunur, sonradan yavaş yavaş alışılır. Anne ve babanın kitaba olan alışkanlığı da çok önemlidir.”

Çetin Altan nasıl bir okuyucu? “Kendi kendime iyi bir okuyucu olduğumu ya da olmadığımı bilemem, insan kendisini bilemez, tanıyamaz yani” diyor Altan; okumanın ya da iyi bir okuyucu olmanın var olmakla, varlıklı olmak arasındaki seçime bağlı olduğunu, varlıklı olmayı değil de var olmayı seçenlerin de nihayetinde zaten iyi birer okuyucu olacaklarını söylüyor. (2015 yılında kaybettiğimiz büyük ustaya saygı ve özlemle…)

“Türk romancılardan çok şey öğrendim”

Orhan Pamuk

Orhan Pamuk, “okumak benim için öncelikle bir zevk” diyor. Öteki Renkler kitabında okuma serüvenine dair önemli kilometre taşlarından bahsettiğini hatırlatıyor: “Döküntü yazı parçacıklarını, unutulmuş köşe yazılarını, kimsenin ilgilenmediği eski kitapları, kötü çevrilmiş üçüncü sınıf polisiye romanları, amatörlerin yazdığı dizgi hataları ile dolu dini risaleleri bile severim.”

Türk romancılardan çok şey öğrendiğini itiraf eden Orhan Pamuk, bu öğrendiklerinin roman tekniği, roman dili, biçimsel olanaklar konusunda değil, yazarlık tutumu ya da yazarlık tavrı hususunda geliştiğini söylüyor. Söz gelimi Kemal Tahir’den tarihe bakılabileceğini öğrenmişse, Yaşar Kemal’den yazarın kendi soluğuna ve dünyasına iyice, güvenle inanması gerektiğini öğrenmiş. Ahmet Hamdi Tanpınar’dan bizim eşyalarımızı, bizim nesnelerimizi bir ressam gibi arayıp görmesi gerektiğini öğrenmişse, Oğuz Atay’dan da Batı’nın modern roman tekniklerinden verimli bir şekilde yararlanılabileceğini öğrenmiş: “Ama öğrendiklerim yazarlık işinin kendisine, romanlarımdaki dünyanın özüne ilişkin şeyler değildir hiç, onları Batı romanından öğrendim.”

Bilgi sonsuza açıyor kollarını…

Ömer Seyfettin de denemelerinin birinde iyi bir okuyucu olmaya değiniyor ve bahse kendinden yola çıkarak, yazı serüvenine şöyle bir gönderme yapıyor: “Ekmeden biçmek ne kadar imkansızsa, okumadan yazmak da öyledir. Hayatımız tıpkı çorak bir tarlaya benzer. Oraya hayaller, fikirler, hisler, nükteler sonradan ekilecektir, bunun için aletse yalnızca okumaktır.”

Hiç yazmayacak olsa dahi, eli mahkûm yaşayacak olan, yaşama katılmak zorunda kalan insanın okumaya dair mahkumiyeti bu. Hayatını deneyim ve inançları ile birleştirip, okuyup öğrendikleri doğrultuda algılayıp zenginleştiren insan için kitap, yaşamın düşünsel kaynağı konumunda.

Yazıya Zeynep Aliye’den bir alıntı ile başlamıştık, yine onunla bitirelim: “Bakmadan görüyor raflardaki sıra sıra binlerce kitabı; dostlarını, sevgililerini, rakiplerini. Konuşuyor, tartışıyor, dertleşiyor onlarla. Her biri canlı organizma çünkü sahafa göre. Çünkü ağaç canlı. Bilgi sonsuza açıyor kollarını, bilgi canlı.”

Kürşat Okutmuş

Journalist Author.
TV News Editor.

Düşünceni Paylaş

Your email address will not be published.

Önceki Hikaye

Bir yarışmadan kaç efsane çıkar?

Sonraki Hikaye

Yazının beşiğini müzik sallıyor

Dosya

Ortaya karışık Lazbesk

Arabesk, özgün müzik derken şimdi de zirveye Karadeniz müziği çıktı. Ama bu bildiğimiz Karadeniz müziği değil.

Antika tepsiyle beş çayı

Hanımlar sadece eğitmenlerden değil, bu teknikleri videolar aracılığıyla tüm dünyaya ulaştıran Amerikalı kadınlardan da öğreniyorlar. Ancak

Altın çöplük!

Kapalıçarşı’nın tüm renklerini bilseniz de; her defasında yine yeniden bir renge vurulur, sanki hayatınız boyunca bu