/

Uyumsuz rastlaşma veya Burçe Karaca…

Bazen hayat zamansız bırakır sizi... Burçe Karaca ile Ankara’da; Seymenler Parkı’nda keyifli bir yürüyüş sonrası, çay ve tost eşliğinde sohbet etmekti planımız ama olmadı! Kısmet, güneşli ve de kahveli bir Kadıköy gününeymiş…

Bazı sihirli parmaklara uzun süre takılıp kaldığınız olmuştur sizin de.
Onlara sözsüz hikaye anlatıcıları diyorum ben.

Fahir Atakoğlu’nun İstanbul’un Mavisi, benim için hala bir hikaye deposudur mesela. İlk İstiklal’de duyup kendimi kaptırdığım Can Atilla müzikleri, Kerem Görsev ve sonra sonra keşfettiğim Fazıl Say’ın “Şu Dünyanın Sırrı” da öyle. Düşler kurduran piyanistler listeme, daha önce söyleşi yaptığım Hüseyin Sermet, Tuluyhan Uğurlu ve Anjelika Akbar’ı da eklemeliyim.

Müzik dünyası, kendi içinde bu deneysel alanı farklı kategorilerde değerlendiriyordur elbet. Ama ben öncelikle “hissettirdikleri” diyorum…

Müzik kutusu Spotify’e göre, tedavi için kapısına dayandığım güncel listemin başında -önce deprem, sonra komik bir zamanlama hatasıyla- İstanbul konserini kaçırdığım İtalyan piyanist ve besteci Ludovico Einaudi var. Bu yaşlı kurdun zaman zaman zihnimi sessizce işgal ettiğini düşünüyorum!

Ve ondan her kurtulduğumda, ilk İstanbul konserine son anda yetiştiğim Burçe Karaca’nın bestelerine bırakıyorum.

Kürşat Okutmuş, Burçe Karaca
Fotoğraflar: Ozan Güzelce
Kadıköy, İstanbul

Bazen hayat zamansız bırakır sizi…

Onunla Ankara’da; Seymenler Parkı’nda keyifli bir yürüyüş sonrası, çay ve tost eşliğinde sohbet etmekti planımız ama olmadı! Kısmet, güneşli ve de kahveli bir Kadıköy gününeymiş…

Ben listemi yukarıda döküp saçtım… Peki Burçe Karaca kimleri dinler?

Sanatçıların tüm tabuları yıkıp başkaldırdığı, sınırları zorladıkları, alışılmışın dışında eserler verdiği dönemleri seviyorum. (Ekspresyonizm Dönemi) Bu cesaret hoşuma gidiyor. Stravinsky, Philip Glass, Arvo Part, Yann Tiersen, Ligeti, Berio, Nils Frahm ve Vikingur Olafsson’un isimlerini sayabilirim.

İlk besteni hatırlıyor musun? Hikayenin başladığı, “tamamdır artık, ilk bestem bu” dediğin anı…

Hatırlıyorum tabi ki… Uyumsuz Rastlaşma… Metin Altıok’un aynı isimli ve çok etkilendiğim şiiri ile ortaya çıkmıştı. Yıpranan ilişkilerdeki kadın ve erkekleri konu alıyordu, Altıok anlatımını bir X figürü ile sembolize etmiş ve çarpışan duyguları bu şekilde betimlemişti. Ben de eserde devamlı olarak birbirinin üstünden atlayan sağ ve sol elleri bu X figürüne benzetmiş ve bu şekilde Uyumsuz Rastlaşma’yı ortaya çıkarmıştım.

Benim için de uyumsuz bir rastlaşma oldu, çünkü hala dinliyorum! İlk albümünden Uyumsuz Rastlaşma, Yukardaki Yıldızlar ve özellikle de 30 Uzun Gün, hala favorilerim arasında… Hikayelerinden, bestelenme süreçlerinden bahsedebilir misin?

Hepimizin hayatında kimi zaman içine çekildiği kara delikte yaşadığı çok zor günler olur. Kimisi bu buhranı çabucak atlatır, kimisi ise çok uzun zaman boyunca kıvranır, işin içinden çıkamaz! 30 Uzun Gün biraz öyle… İçinden çıkmakta zorlandığımız uzun günleri temsil ediyor. Stars Above ise çok kısaca yıldızlı bir akşamda uzanıp göğe baktığımızda gördüğünüz ve size göz kırpan tüm yıldızlar için yazdığım bir parça…

Müziğin iyileştirici gücü olmalı…

Kesinlikle. Hatta ben, müziğin iyileştirme gücü tüm sanatların üzerinde diyorum. Çünkü müzik, insanın keşfettiği doğaya en yakın sanat…

Ve her hikaye ayrı bir his…

Müziğim de aslında böyle evriliyor. Hayatın ahengini dinleyip, sizin için çaldığı şarkının melodisini duymaya başladığınızda müziğin ahengini de yakalıyorsunuz. Bu ahengi devam ettirmek için hikayeleri yaşamayı ve onlara şahitlik etmeyi hep sürdürmek gerekiyor.

Bir çeşit uyumlu/uyumsuz rastlaşmalar! Ardından da besteler geliyor…

Sence de böyle olmamalı mı? Bu yüzden her bestenin bir hikayesi var ve her çaldığımda orada yaşadığım sevinci ya da hüznü hatırlıyorum. Sanırım bu yüzden yaşarken çalıyorum, çalarken yeniden yaşıyorum. Tanıdığım veya tanımadığım kişiler hakkında dinlediğim hikayelerden, okuduklarımdan, bazen gezdiğim bir sokaktan, yaşanan toplumsal olaylardan besleniyorum. Gözümü birine kapatıp sadece kendi dünyamı anlatarak yalnızca bana benzeyenlere ulaşabilirim. Benim isteğim bana benzemeyeni de bulmak, dokunmak, ona da iyi hissetme ihtimalini hatırlatabilmek…

O zaman, tam da burada en özel bestelerinden birini sormalıyım…

Old Man’s Dream… Yaşlı Adamın Rüyası…

Bence üzerine konuşmaya değer bir hikayesi var…

Öyle. Her İstanbul’a gelişimde dedem Ahmet Turan’ı ziyaret ederdim. Bana şiirler okurdu. Onu son gördüğümde, yine bana bir şiir okudu. Yunus Emre şiiriydi. Çok duygulandık, hatta sarılıp ağlaştık. Galiba bir vedaydı bu. Çünkü, diğer görüşmelerimizden farklıydı. Ankara’ya döndüğümde o duygularla yazdım Yaşlı Adamın Rüyası’nı… Ona ithaf ettim ve bitirir bitirmez arayıp; “son buluşmamız beni çok etkiledi, oturup bir beste yazdım, klibinde senin olmanı istiyorum” dedim. Çok heyecanlandı ve çok hoşuna gitti. Hemen hazırlıkları yaptık, 18 Ağustos’ta çektik klibi, 28 Eylül’de de dedemi kaybettik!

Ahmet Turan, Burçe Karaca

Klibi izledikten sonra, sanırım ben de Ahmet Turan’a aşık oldum… Bu harika adamla, senden gizlice buluşup, saatlerce sohbet etmek istedim… İşte bu yüzden, iyi ki Yaşlı Adamın Rüyası’nı yazmış, bestelemiş ve de o klibi çekmişsin diyorum…

Öyle bir tesadüf oldu işte. Hep “torunlarıma güzel bir anı bırakmak istiyorum” diyordu. Sanırım, dedeme güzel bir veda oldu…

Yaşlı bir ağaçla dertleşmek gibiydi…

Herkesin bir kahramanı vardır. Benim kahramanım da dedemdi… Hiç durmadan dünyayı gezen, uçak seyahatlerinde hostes “ne alırsınız?” diye sorduğunda “sizin kadar güzelse bir kadeh kırmızı şarap alırım” cevabını veren, hep çok okuyan, okuduklarını sindirip asla unutmayan, üstüne; okuduklarını sindirip harmanlayarak şiirler yazan, iflah olmaz bir romantikti. Ve gerçek bir aristokrat. Dedem konusunda mütevazi olamıyorum çünkü o katıldığı davetlere fötr şapkasıyla giden ve o şapkayı davet boyunca kafasından çıkarmadan cin toniğini yudumlayarak, her kimle iletişim kuruyor olursa olsun bilgilerini karşı tarafa hiç esirgemeden aktarmaya devam eden güzel bir insandı… Tıpkı oturup yaşlı bir ağaçla dertleşmek gibiydi… Gittiği yerde de bu dünyaya saçtığı ışıklar içinde olmasını diliyorum. Doğruluk, dürüstlük ve iyi insan olma yolunda öğrettiği her şey için minnettarım.

Gün içinde ne kadar zaman piyano başındasın?

Aslında saatlerin farkında değilim. Günün her saati bir şekilde müzikle geçiyor. Bu yüzden sadece çalarken değil, iyi bir dinleyici olmak için ayırdığım vakti de değerli buluyorum. Günlük koşuşturmanın dışında, her an piyanonun başındayım diyebilirim. Diğer zamandan kaçmak rutine karşı azalan sabrımı da tazeliyor aslında.

Ve sanırım piyanonun başı benim için en özel alan. Tüm duygularımı olanca çıplaklığı ile aktarabildiğim bir yer. Özellikle beste aşamasındaysam, piyano bir enstrüman olmaktan çıkıp sohbet edip dertleşebildiğim eski bir dostuma dönüşüyor. İç dünyamda neler olup bittiğini inan biliyor. Çünkü, bu kadar zaman sonra, beni en iyi tanıyan ve bilen o diye düşünüyorum!

Ankara’da buluşamadık, bizi buluşturan da İstanbul oldu. Peki senin için hangisi? Ankara mı, İstanbul mu?

Yaşamak ve üretmek için kesinlikle Ankara, konfor alanım çünkü… Sunmak ve paylaşmak için ise İstanbul.

İlk İstanbul konserinin sonuna yetişmiştim. O gece neler hissetmiştin?

Ortaköy’deki o harika akşam. Evet. Çok heyecanlıydım ilk kez İstanbul’da olmaktan. Ve güzel bir geceydi.

O akşam Ceren Özdemir Bursu kapsamında konservatuvarda okuyan kız çocukları için sahnedeydin. Hemen hemen her yardım konserinde varsın… Bu nedenle kutluyorum seni…

Bu bana da iyi geliyor. Sanatı belli kaygılardan arınarak yapmak doğrusu beni rahatlatıyor. Kız öğrenciler yararına, engelli çocuklarımıza, köy okullarına, barınaklara, sanat okullarındaki ihtiyaç sahibi öğrencilerimize… Bu sadece bir yardımlaşma değil, sosyal olarak bir arada olduğumuz ortamları da yaratabilmek aslında. Beste yaparak yeni eserler üretmek ve destek konserleri düzenleyerek yardıma muhtaç kişilere ulaşmak. Her iki alanı da olabildiğince genişletmek bana iyi hissettiriyor.

Ve güzel sanatlar liseleri… Sanırım, bu konserlerin de devam edecek…

Evet, bu benim için çok değerli bir alan. Geleceğin müzisyenleri ile buluşuyorum. Karadeniz ile başlamıştım. Sonra araya depremler, acılar girdi. Ara verdik. Ardından Samsun, Ordu, Çorum ve Bartın ile devam ettik. Türkiye’de ulaşabildiğim tüm Güzel Sanatlar Liseleri’ni, üniversiteleri dolaşmak istiyorum.

Bence film müzikleri de yapmalısın… Böyle bir hayalin, isteğin var mı?

Sadece film değil belgesel müzikleri de bestelemek de istiyorum. Kesinlikle bunu istiyorum. Görsel bir şeyin üzerinden dayandırarak yazdığım için, çok açık bir alan benim için.

İlk albümün hemen ardından, single’ın “Kıyısında” çıktı… Özel bir projeydi değil mi?

Kıyısında; Güzelordu Kısa Film Festivali’nin belirlediği bir temaydı… “Hayatta bir şeylerin kıyısında olmak” fikrinden yola çıkılarak belirlenen festivalin o seneki mottosuydu. “Sen neyin kıyısındasın?” Bu motto bana bir kıyıdan diğerine yolculuğu düşündürdü. Sakin bir limandan ayrılıp yolda başımızdan geçen durumları anlatmak istedim. Parçanın açılışı tulumla başlıyor. Daha sonra yerini sakin ve dingin bir şekilde piyanoya bırakıyor. Parçanın devamında gelen coşkulu kısım yine Karadeniz’in hareketliliğini betimliyor.

Ardından da Ada Müzik ile anlaşma yaptın. Ada Müzik etiketiyle ilk albümün “Journey on Rails”… Yani “Raylarda Yolculuk”… En kısa zamanda Ankara’ya trenle geleceğim ve yol boyunca bu albümü dinleyeceğim…

Güzel fikir 😊 Çünkü albümdeki 8 eseri bir trenin seyir halindeyken ilk parçadan son parçaya kadar dinlenebilecek bir yolculuk albümü olarak düşündüm. Bu tren yolculuğunu da bir metafor olarak kullanıp istasyonlarda yolcuları bekleyen kişileri hayattaki beklentilerimiz ile eşleştirdim… Umarım, senin adına keyifli bir yolculuk olur…

Ve son albümün “Anadolu’dan Miras” ile Anadolu tınılarına yelken açtın…

Güzel bir buluşma oldu. Kendi köklerimiz, bize ait tınılar çok değerli, türküler de derinden etkiliyor. Yerel enstrümanlarımızı inceliyorum ve yapılarını anlamaya çalışıyorum. Bir kültürü yaşatabilecek kişiler sanatçılardır, ben de üzerime düşen görevi en iyi şekilde işlemek istiyorum. Türküleri dinleyerek uyarlama yapmak hoşuma gidiyor. Anadolu’dan Miras albümüm, bu duygularla hazırlandı.

Bütün bu keyifli albümler arasında, bir de nota kitabı çıkardın… Ve yine gelirini çok anlamlı bir alana bağışladın…

Büyük bir yangın felaketi yaşamıştık o günlerde. Tüm gelirini o büyük yangında zarar gören hayvanlara bağışladık. Sağ olsunlar bir çok değerli isim de projeye destek verdi. Geri dönüşü anlamlı oldu. Nota kitabım ayrıca, çalmak isteyenler için, yeni bir bestecinin elinden yeni parçalar keşfetme olanağı sundu. Umarım tüm Türk bestecilerin beste çalışmalarının kitapları daha çok ilgi görür ve raflarda daha çok yer bulur.

O zaman biraz hayal kuralım… Ve senin kurduğun hayaller ile bitirelim sohbeti…

Neden olmasın… Türkiye’de ulaşabildiğim kadar çok şehre ulaşıp konser vermek istiyorum. Özellikle imkânları kısıtlı olan köy okullarında bunu yapmayı çok istiyorum. Hayatında hiç piyano görmemiş, konser izlememiş çocuklara ulaşmak ve hayatlarında bir şeylere dokunmak en büyük hayallerimden biri. Ve tabi ki, yeni hikayeler peşinde, solo piyano eşliğinde yeni eserler üretmeye devam etmek istiyorum.


Burçe Karaca, 1989 yılında Ankara’da doğdu. İlk oyuncağı oyuncak bir piyanoydu. Ailesinin de desteğiyle o oyuncağı hayatı haline dönüştürdü. Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi flüt bölümünden mezun oldu. Başkent Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müzik Teorisi ve Kompozisyon Bölümü’nü birincilikle ve tam bursla kazandı. Takip eden sene, ikinci dal okumak üzere girdiği piyano bölümü sınavında da başarı göstererek bu bölümde de okumaya hak kazandı. Üniversite eğitimini iki bölümden de birincilikle mezun olarak tamamladı. 3 Aralık 2020 tarihinde 6 parçadan oluşan ‘Moving Along the Blanks’ adlı ilk albümünü yayınladı. Bu eserlerin nota kitabını dinleyiciler ile buluşturdu. Birçok yardım konserlerinde aktif rol aldı. Kıyısında isimli teklinin ardından Ada Müzik etiketiyle önce Journey on Rails, ardından da Anadolu’dan Miras albümünü müzikseverle buluşturdu. Ve eminim şu an bir yerlerde, yeni hikayeler ve yeni besteler peşinde…

Kürşat Okutmuş

Journalist Author.
TV News Editor.

Düşünceni Paylaş

Your email address will not be published.

Önceki Hikaye

Mehmet Resul Kaçar ile biten rüyası üzerine…

Sonraki Hikaye

Karayel’in izinde özgürlüğe giden yol

Müzik

‘Mesele dönmek değil’

O, müzikseverleri seslerin kristal dünyasına götürmeden, yanına vardım. Onu Avrupa’ya taşıyan özel yasadan müzik hayatına, klasik

‘Bir fırtına daha istiyorum’

Gümüşsuyu’na doğru yürüdük. Rampalar aştık, yokuşlar çıktık. Bir müzisyenin hayatı gibiydi bu sokaklar... Semtin dik merdivenlerine