Her satırında zarif bir derinlik: Bilge Karasu

Kütüphanemde, zihnimde, yazıya/öyküye sevgimde özel bir yeri olan Bilge Karasu anılıyor Aynalı Geçit’te. Konuşmaları kaçırdım ama sergiyi gezme imkanım oldu. Günlükleri, daktilodan çıkmış metinleri, mektupları…

Göçmüş Kediler Bahçesi’ni görür görmez, ismine vurulmuş, hemen almış, bir kaç gün içinde de Bilge Karasu okuru olmuştum.

Susanlar, Ne Kitapsız Ne Kedisiz, Gece, Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı, Kısmet Büfesi ve diğerleri.

Kütüphanemde, zihnimde, yazıya/öyküye sevgimde özel bir yeri olan Bilge Karasu anılıyor Aynalı Geçit’te.

Konuşmaları kaçırdım ama sergiyi gezme imkanım oldu.

Günlükleri, daktilodan çıkmış metinleri, mektupları…

15 Aralık’a dek ziyarete açık olacak.

“Sevişmesiz, değişmesiz geçen her gün, bir şeylerden eksilerek giden, harcanan, yaşanmamış bir gün” olmasın diye, aylak aylak gezindim bir süre. Sonra, pasaja girmişken dayanamadım, biraz da fotoğraf çektim. (Alta ekledim.)

Metis Yayınları ve Sanat Kritik iş birliğiyle
Bilge Karasu Sergisi
Hazırlayanlar; Emine Bora, Müge Gürsoy Sökmen
Katkılarıyla; Abdullah Ezik, Cihan Metin, Savaş Kılıç, Semih Sökmen, Seval Şahin

Murathan Mungan: Kendi okurunu kendisi yarattı

Bu arada etkinlikte konuşmaları ben kaçırdım ama Bianet’ten Evrim Kepenek Murathan Mungan’ın açılış konuşmasını dinleyip, harika notlar almış.

Onlardan bir kısmını aşağıya bırakıyorum:

Edebiyatçı-Yazar Murathan Mungan, Bilge Karasu’yu anlatıyor:

Ankara’ya hastaneye kaldırıldım. Ayağımdaki o yırtık, yara kesik yaraya dönüştürüldü. Hastanede bir süre kaldıktan sonra eve çıktım. Sağlık memuru geliyor her gün. Ablam kapıyı açtı, kapı ile benim yatak odam arasında 7-8 adım vardı. Sağlık memurunu karşıladı derken ‘Biri’ demiş. Ablamın bana sonradan anlattığına göre  “hayır, bu sağlık memuru değil” bu biri demiş. O biri Bilge Karasu’ydu…

Bilge Karasu kendisi fazladan hiçbir şey yapmadan, kendisini öne sürmeden var olan insanlardandı. Sayısal bir tablodan bakacak olursanız seveninden çok sayanı vardı. Onu sevmek için az da olsa ahbaplık yapman gerekirdi. Onu bir kere tanıdınız mı vazgeçemezdiniz. Bilge öldüğünde 65 yaşındaydı çok gençti, ben ise 40. Ben de çok gençtim.

Bilge Karasu, çok mizah duygusu olan gülmenin tadını bilen biriydi. Yazdıklarında üzerinde çok durduğu o kaygı tedirginlik, korku, ölüm temaları bir yana demek istediğim karanlığı göze alan ama karanlık olmayan bir adamdı Bilge, yoksa “Gece” gibi bir roman yazılabilir miydi?

Eskilerin deyişiyle ismiyle müsemma dedikleri insanlardan biriydi. Kişinin “bilge” diye nitelendirilmesinin neden olan şeyin, yalnızca bir bilgi, birikimi zenginliği olmadığını biliriz elbette. Bilginin onu nasıl birey yaptığı bilgiyi nasıl kullandığı bilgiyi nasıl hayata geçirdiğidir, asıl ölçülmesi, tartılması gereken. Bilge, bilgisini usulüyle ve üslubunca paylaşmayı, bölüştürmeyi bilen insanlardandı. Zarafetle yapardı bunu kültürüyle, bilgisiyle adam dövmeye kalkmaz. Bunu bir üstünlük, nişanesi gibi gösterişçiliğe dökenlere hiç benzemezdi.

Öyle öğretmendi. Onca bilgisi ve derin kültürüyle mizah dergilerindeki karikatürleri konu olmuş öğreten adam tipli bir değildi. Kendiliğinden öğreten, başına kakmadan öğreten, bilgisini, görgüsünü sükunetle paylaşan biriydi. Sadece edebiyat, kültür, sanat konusunda değildi bilgisi, gündelik hayat konusunda da çok şey belirliyor. Ondan hayat hakkında da çok şey öğreniyordunuz. O öğretmeye çalışmadan öğretenlerdendi.

Hatta zaman zaman bana yazarlığından çok üniversitedeki hocalığını daha fazla önemsediğini düşündürdüğü olmuştur. Sanki önce hoca sonra yazardı sanırım.

Ama Bilge öğrencilerinden etrafında halkalanan çömezler birlikleri ordusu yaratmazdı.  Bundan özellikle kaçınırdı. Kendisine hayranlık ve saygı duyan her gencin kendi yolunu bulmasına, kendi yoluna gitmesine izin verdi.

Benimle ilgili yapılan röportajlarda kendimi kimleri örnek aldığım sorusuna verdiğim karşılıklarda Türkiye’deki sanat kültür ortamında iyi örneklerden çok, kötü örneklerden çok ders aldığımı dile getiririm. Aman onu gibi yapmayayım, aman onu gibi olmayayım, yaşlandığımda onun gibi birbirine benzemeyeyim gibi kaygılar beni yoluma hep kırmızı ışıklar oldu.

Kültür ve akademi dünyasında emsalleri çok görülen, kendi kendinin karikatürü olmuş, dili zehir bağlamış ihtiyarlardan birine dönüşmedi.

Aramızdaki onca yaş farkına rağmen bana onun yakın arkadaşı olduğunu hissettirdi. Ben onu hep hocam bildim ama o beni hep öğrencisi gibi değil arkadaşı gibi gördü, bana bunu hissettirdi.

Bir de dağ taş kurt kuş kısacası hayata meraklı bir insandı. Yazlıklarından da rahatlıkla anlaşılacağı gibi tam bir tabiat tutkunuydu.

Ankara’nın hangi nefsinin de hangi caddesindeki ağaçların kokuları salmaya başladığını bilir. Akşam yürüyüşlerini ona göre ayarladığı olurdu.

Sıhhıye’deki ıhlamur amaçlarının yolunu yılın o mevsiminde hangi semtten akasya kokularından geçilemediğini ben ondan öğrendim. Bilmeye, öğrenmeye, keşfetmeye karşı sonsuz bir işte vardı.

Her şeyi tane tane yapar. Bunlardan hiç yüksünmezdi, titizdir, düzenliydi, dakikti. Her şeyin yerli önünde olmasına fazladan özen gösterirdi.

Bir kısmı yurt dışında yaşanan arkadaşlarına mektup yazmasının bile günleri, saatleri vardır. Misafirliklerde biraz daha otursaydın ısrarlarına yazması gereken şeyler olduğunu, okuması gereken bir makale olduğunu gayet ciddi bir şekilde ifade eder. Onları bugün yapılması gereken işler listesine aldığını söyler, kalkar giderdi.

Bilge’nin ilk kitaplarını yayınlandığı dönemler önce köy edebiyatının ardından da toplumcu gerçekçi değil nitelendirilen siyasal içerikli ve siyasal kaygıları önceleyen kitapların, romanların önde olduğu yıllardı.

Bazı kitapları o günlerin gürültüsüne denk geldi. Sadece bilenler kıymet bilenler tarafından görüldü. Okulda da Bilge’nin metinleri o yıllarda yabancı edebiyat etkisinde olmakla suçlandı değerlendirildi. Ülke ve toplum gerçeklerine uzak bulmakla değerlendirildi.

Onun metinleri, okurun okuma alışkanlıklarına yabancıydı. Bilge Karasu kendi okurunu kendi oluşturdu, kendi yarattı.

Soyutlamalar metaforlar, simgeler üzerinden okuma alışkanlığı kazanamamış okur ve yazarlar Bilge’nin ve kitaplarındaki hayatı yeterince göremediler. Bilge’nin metinleri çok hayat doluydu. Çünkü Bilge kavramlaştırarak yazardı. Ondan birkaç katmanlı döngüler ağı kurardı. O zaman okurunun zihnine göre fazla karmaşık bulunuyordu.

Ben Bilge Karasu’nun edebiyatımızda en iyi aşk hikayeleri yazarlarından biri olduğu kanısındayım. Ama aşk özdeleri bizim bildiğimiz anlamda biyolojik ya da toplumsal cinsiyet figürleri arasında geçen aşk değildi. Bir balıktan ya da bir yalıya kadar değişik formlarda metaforlaştırdığı aşkları anlatır. Yer üstündeki bütün aşkları çoğaltması, onu güçlü kılan yandı. Bütün metinlerinin çekirdeğinde aslında aşk vardır.

Son olarak bir şey söylemek istiyorum. Edebiyat ve sanat dünyasında çok ihmal edilmiş, görmezden gelinmiş bir konu olduğu için ve bunu ben söylemezsem, başkalarının da pek söylemeye gönüllü olmadığını gördüğüm için belirtmek istiyorum. Bilge eşcinseldi ve eşcinsel olmanın farklılığı, tedirginliği aynı zamanda yazısını belirledi. Bilge’nin annesi Rum, babası Yahudi idi. O bir İstanbul azınlığıydı. Azınlık olmanın getirdiği tedirginlik, izin verirseniz gündemin hatırlattığı bir şekilde söyleyeceğim, Bilge’nin de yaşadığı güvercin tedirginliğini hiç unutmadım. Heteroseksist bakışa sahip kadın ve erkek birçok eleştirmen buna değinirlerse sanki Bilge’ye ayıp edeceklermiş gibi hissediyorlar. Ne yazık ki ben Bilge’nin çok yakınına kadar ulaşmış kişilerde de bu korkuyu gördüm.

Genel anlamda toplumda olan homofobi kültür dünyasında daha entelektüelize edilebiliyor, daha üstü kapatılabiliyor, daha kibarlaştırılabiliyor ama biraz yaldızlarını kazıdığınızda altından aynı gaddarlık çıkıyor.

Bilge bu konularda çok açık olmayı tercih etmedi.

Türkçeyi şanlandıran biriydi. Çok iyi bir yazardı. Çok özlüyorum.

Yazdıklarını okurken bazen sesini duyuyorum. Umarım sınırlı da olsa onunla geçirdiğim zamanın bende bıraktığı anıları, size aktarmak konusunda bir kusur etmemişimdir. Umarım anılarımın ışığında Bilge’yi size ucudan kıyısından biraz tanıttım…

Bilge Karasu’nun kendi sesinden: Gece

K24’ten Mustafa Arslantunalı’nın verdiği bilgiye göre, Bilge Karasu’nun nadir ses kayıtlarından birini Yuşa Kılıç internette bulmuş. Gece’ye Pegasus ödülünün verilmesinden sonra Mobil Corporation ile New York Üniversitesi tarafından düzenlenen bir etkinliğe ait olan kayıtta Karasu’nun yanı sıra Gece’nin -yazarın kendisiyle birlikte- çevirmeni Güneli Gün, Talat Sait Halman, Mary Lee Settle ve Mona Simpson yer alıyor. Karasu’nun Gece’den kısa iki bölüm okuduğu etkinlikte, romanın yanı sıra Türk Edebiyatı ve çeviri sorunları da tartışılıyor.

5 Nisan 1994 tarihli etkinlik kaydının tamamına Pen America’nın arşivinden erişebilirsiniz.

Bir buçuk saat süren kaydın sadece Bilge Karasu’nun sesini içeren küçük bir kısmı da şuradan dinleyebilirsiniz: Gece’nin 56. ve 57. bölümlerini (Metis Yayınları, 8. baskı, Mart 2013, s. 123-126) kendisi seslendiriyor.

Yeniden Okumak İçin Kitapları

İmbilim Ders Notları – Bilgesu Yayıncılık
Hâluk’a Mektuplar – Kalkedon
Şiir Çevirirleri – Metis Yayınları
Susanlar – Metis Yayınları
Öteki Metinler – Metis Yayınları
Lağımlaranası ya da Beyoğlu – Metis Yayınları
Altı Ay Bir Güz – Metis Yayınları
Ne Kitapsız Ne Kedisiz – Metis Yayınları
Narla İncire Gazel – Metis Yayınları
Kılavuz – Metis Yayınları
Gece – Metis Yayınları
Kısmet Büfesi – Metis Yayınları
Göçmüş Kediler Bahçesi – Metis Yayınları
Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı – Metis Yayınları
Troya’da Ölüm Vardı – Metis Yayınları

Kürşat Okutmuş

Journalist Author.
TV News Editor.

Düşünceni Paylaş

Your email address will not be published.

Önceki Hikaye

İyi ki doğdun Orhan Veli…

Yazar

İyi ki doğdun Orhan Veli…

Duruluğu, sadeliği, dizeleri, sokağın sesi, hüznü ve sevinci... Hemen herkesin hayatına dokunur, herkes ondan bir şeyler