/

Karayel’in izinde özgürlüğe giden yol

Gazeteci Yazar Ömür Kurt “100. yıl armağanım” diyerek tanıştırdı son kitabını. Milli Mücadele'ye katılan hayvanların hikâyesi, tarihi gerçeklere dayanarak ilk kez yazılıyordu. Tam 5 yıl emek vermişti bu kitaba. Üzerine konuşulacak çok şey olmalı...

Ömür Kurt, Kürşat Okutmuş / 2023 İstanbul

Anadolu’da, küçük bir kasabada, kahramanı hayvanlar olan romanları daha çok severdik. Çizgi romanlarla birlikte, okuma alışkanlığı kazanmamız da büyük payları olduğunu düşünürüm…

Richard Bach’ın, Martı Jonathan aracılığıyla insanlara “ezberleri boz” dediğini çok sonra fark edecektik… Jack London Vahşetin Çağrısı’nda, hayalet köpek Buck’un hayatını anlatırken, galiba “kukla olma” demeye çalışıyordu…

Destan ve masallarda olmaya, anlatıcının kaleminden sözler söylemeye devam edecekler muhakkak…

Ama bugün kahramanı hayvanlar olan değil, bizzat kahraman olan hayvanların konu edildiği bir kitaptan bahsedeceğiz.

Tarih 7 Ağustos 1921…

Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktalarından olan Sakarya Meydan Muharebesi öncesi ordunun ihtiyacını karşılamak için Başkomutan Mustafa Kemal Paşa imzasıyla Tekâlif-i Milliye Kanunu yayınlanır. 10 maddelik ulusal yükümlülüklerden biri de, halkın elindeki binek hayvanların yüzde 20’sinin milli mücadeleye dahil edilerek, ordunun emrine verilmesidir.

İşte, Kırıkkale’nin Bedesten köyünden orduya verilen süvari atı Karayel’in ve diğerlerinin hikayesi de böyle başlar.

Ömür Kurt
Cepheye Koşan At
Doğan Kitap

Gazeteci Yazar Ömür Kurt “100. yıl armağanım” diyerek tanıştırdı son kitabını.

Kurtuluş Savaşı’na katılan hayvanların hikâyesi, tarihi gerçeklere dayanarak ilk kez yazılıyordu.

Ve sadece Karayel’in yaşadıkları değil; hayvan hastaneleri, savaşın ortasında patlak veren hayvan hastalıkları, ameliyatlar, yetiştirilen nalbantlar, hayvanlardan kurulan savaş kolları, yokluk ve dayanışma da vardı romanda.

Tam 5 yıl emek vermişti bu kitaba.

Bu hikâye… İlk nerede dikkatini çekti? Ne zaman ‘yazmalıyım’ dedin?

Anıtkabir Kurtuluş Savaşı Müzesi’ni gezerken duvar resimlerindeki atların gözlerinden çok etkilendim. Savaşın resmedildiği kısımlarda atlar dehşetli, yardım götüren kağnılara çekilmiş öküzler ise hüzünlü göründüler bana. Nitekim Büyük Taarruz’a yaklaşık 100 bin at katılmış ve pek çoğu maalesef savaş sırasında ölmüş, pek çoğu da yaralanmış. “Neden onların hikâyesini hiç anlatmadık ki?” diye düşündüm o an. Yıl 2017’ydi. Ve bu kitabı yazmaya karar verdim.

Türk Süvari Birliği
Türk Süvari Birliği

Karayel cepheye koşarken, sen de peşinden iz sürdün anlamına geliyor bu…

Meşakkatli bir işti bu. Kurtuluş Savaşı şimdiye dek hep insan odaklı bir anlatımın içinde aktarıldı bizlere. Bir hayvan hikâyesi yazmak, hele hele savaş görmüş bir hayvanın hikâyesini yazmak zordu. Öykünün içinde gerçek mekânlarda dolaşacaksınız, gerçek kişilerle konuşacaksınız, gerçek duygulara odaklanacaksınız… Bir sürü görev aldım üzerime! Bu sebeple de bu araştırmaları yaparken harp coğrafyasında dolaştım, müzeleri gezdim, akademik yayınlar ve kitaplar okudum. Evet bu bir roman ama kitabın arkasına bir kaynakça koymayı da ihmal etmedim. Çünkü gerçeklik yönü büyük bu hikâyenin. Gerçek mekânlarda geçiyor, gerçek insanların ve hayvanların hikâyeleri kurguyla birleşiyor.

Derken bir patlama daha oldu ve Karayel kendini bir anda yerde buldu. Karşı tepeden gelen bir top güllesi, önünde koca bir gedik açmış, Karayel açılan çukura yuvarlanmıştı. Şarapnel parçaları saplanan bedenini kaldırmaya çalışırken sırtında Mehmet Efe’nin olmadığını fark etti. Etrafına bakınınca sahibinin biraz ileride toprağın koynunda acıyla yattığını gördü.

Hikâyeyi araştırırken, seni en çok etkileyen durak, en çok sarsan bilgi hangisiydi?

Dumlupınar’a gittiğimde, benim için zaman durmuştu bir an. Eskimiş evlerle sarmalanmış köylerden geçtim. Pencereleri kırık, kerpiç duvarlarından saman taneleri taşmış evler. Kimsesizler… Ama bazılarının pencerelerinde Türk bayrakları duruyordu. Bu yalnız evlerin pencerelerindeki Türk bayrakları, sizi o günlere götürüyor. Sanki 1921-22 yıllarındasınız ve Kuvayi Milliye’nin kutsal topraklarındasınız. Dumlupınar’da Selkisaray Köyü vardır. Savaş görmüş bir köy… Orada asırlık karakavaklar, Türk ve Yunan askerlerinin arasında kalarak vurulmuşlar. O kadar çok kurşun atılmış ki, savaş bittikten sonra ağaçların gövdesinden yedi teneke dolusu kovan toplanmış. O günden sonra köylüler bu ağaçlara ‘gazi ağaçlar’ adını vermiş. Tanımlamanın zarafetine bakın… Çok etkilenmiştim, kitaba da yazdım. Ve bir de Küçükköy var. Selkisaray’ın hemen yanı başında. Orası da büyük çatışmalara sahne olmuş. Büyük Taarruz’da Türk akıncıları, Yunan ordusunun elindeki Küçükköy Tren İstasyonunu ele geçirmek için bir baskın yapmışlar. Akıncıların başında 21 yaşında bir genç teğmen, Yıldırım Kemal varmış. Hepsi şehit olmuş ama istasyonu almayı, telgraf hattını kesmeyi de başarmışlar. Savaşın ardından istasyona ve köye Yıldırım Kemal adı verilmiş. Çok etkileyiciydi elbette… Aslında yakılmış köyler, göğsü çıplak tepeler, denize değin canı yanmış her bir kara parçası bizi ayrı ayrı sarsar.

“Efendiler atlarınıza iyi bakınız. Kurtuluş Savaşı’mızın kazanılmasında bu ulvi canlıların çok büyük bir katkısı olmuştur.”
Mustafa Kemal Atatürk

Karayel’le birlikte, okur tarih kitaplarında olmayan veya daha az yer alan, arka plandaki dünyayla da tanışacak… Hayvan hastaneleri, hastalıklar, baytarlar…

Millî Mücadele’de sadece insanlar değil hayvanlar da aç kalmış, hayvanlar da yaralanmış, çile çekmiş. Eşeklerden kurulan su taşıma kolları, kağnılara koşulmuş öküzler, develerden kurulan cephane taşıma kolları savaşın bir parçasıydı. Ancak öte yandan bıcılgan, ruam ve sığır vebası hastalıklarına yakalanmış olan hayvanlar, hayvan hastanelerinde tedavi edilmiş, İstanbul Baytar Mektebi öğrencileri, Anadolu’daki hayvan hastanelerinde her gün otopsiler yaparak hayvanları ameliyat etmeyi öğrenmişler. Özellikle Ankara Taşhan’da kurulan bir laboratuvarda Naki Akerman o yıllarda sığır vebası için serum üretmeye çalışıyor. Savaşın arka planında öyle büyük bir mücadele var ki….

Kızıl şimşekler, solucanlar gibi kıvrılıyor, rüzgâr tozu toprağı savuruyordu. Süvariler, birer gülle gibi yere düşen yağmur damlalarından sırılsıklam halde atlarına bindiler. Alay komutanının “İleriii!” demesiyle Karayel, bir rüzgâr gibi esti ve kavakların arasından görünmez bir yel gibi geçti. Kurşunlar vızıldıyor, atların nallarından çıkan gürültü, bir haykırış gibi etrafa dağılıyordu. Top gülleleri süvarilerin ortasına, önüne ardına düşüyor, kimi atlar açılan gediklere yuvarlanıyor, askerler toprağa karışıyordu.

Ve nalbantlar… Günümüzde şehir hayatından çekilen bir meslek dalı artık… Kitapta öne çıkan bir nalbant hikayesi var mı?

Bütün nalbantlar kahraman bana kalırsa. Millî Mücadele yıllarında nalbantlık mesleği, sanılanın aksine, Türklerin elinde değildi, gayrimüslimlerin elindeydi. Sakarya Savaşı’nda büyük eksikliği görülen nalbantlar için Mustafa Kemal Paşa bir okul açtırdı. Konya’daki Nalbantlık Okulu, Büyük Taarruz öncesinde nalbantlar yetiştirdi ve okulun ilk mezunlarına diplomalarını da bizzat kendisi takdim etti. Yani bu alana böylesine önem vermişti Mustafa Kemal Paşa. Üstelik bu okuldaki erlere okuma-yazma da öğretilmiş ve Büyük Taarruz’da bu okuldan mezun olanların büyük yararlılığı görülmüş. Dolayısıyla kitapta nalbant hikâyeleri ile de karşılaşacak okur.

Milli Mücadele yıllarında açılan Nalbant Okulu, Konya

Bazı belgelere, bilgilere ulaşmak yorar insanı… “Bu bilgi olmadan kitap eksik kalacak” dediğin, seni en çok yoran bilgi, belge hangisiydi?

Esasen bu araştırma başlı başına yorucuydu ama çok da merak uyandırıcıydı. Bir ipucu buldukça yenisine ulaşmak istiyorsunuz. Evet, müzeler kurulmuş; ama o günlerden kalan birçok iz de silinip gitmiş. Cepheye Koşan At’ı yazarken, sadece bir tanecik bilgiye ulaşmak için onlarca kaynak kitap ve makaleyi hatmettiğimi söyleyebilirim. Yıldırım Kemal’le ilgili bilgi az, tren yollarıyla ilgili bilgi az, hayvan hastaneleriyle ilgili bilgi az, o dönem kullanılan eşyalarla ilgili bile bilgiler kısıtlı. Çok ayrıntı verilmeden anlatılmış birçok şey.

Uzmanlardan da destek almış olmalısın… En çok hangi meslek dalı zorladı seni?

Esasında kitabı yazdıktan sonra aldım asıl desteği. Harp Coğrafyası Uzmanı Dr. Selim Erdoğan, tarih araştırmacısı ve veteriner hekim Erol Kabil, tarihçi Can Güçlü romanı dikkatle okudular. Bazı uyarıları tarihsel uyarı ve önerileri oldu, hemen yerine getirdik. Kitap yayına hazırlanırken de övgü dolu sözlerle beni onurlandırdılar.

Ve bir kitap için 5 yıl çalışmak, araştırmak, bilgileri üst üste koyup hikâyeye dahil etmek… Zor olduğu kadar keyifli de olmalı…

Öncelikle tarihimize olan saygım arttı. Bu ülkeyi kuranlar çok yürekli ve mert insanlarmış. Onları daha yakından tanıdım bu süreçte. Geçen yıla, araştırmaya, emeğe değdi doğrusu. Tarihimize karşı olan sorumluluğumdu bu, eğer hakkıyla yerine getirebildiysem ne mutlu bana…

Kitabı bitirdiğin anı anlatabilir misin? Neler hissetin? Klavyeden uzaklaşıp ilk ne yaptın?

Eşimi aradım. Çünkü bu süreçte bana en çok sabır gösteren oydu. Bu kitap için ona ayırmam gereken zamanlar için feragat gösterdi, yazdıklarımı okudu, beni dinledi, yüreklendirdi. Ona apayrı bir teşekkür borçluyum bu sebeple…


Ömür Kurt

23 Nisan 1982 tarihinde Samsun’un Ladik ilçesinde doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Yalova’nın Çınarcık ilçesinde tamamladı. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo-Televizyon ve Sinema Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisansını Bahçeşehir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Küresel Siyaset ve Uluslaraarası İlişkiler bölümünde yaptı. Yüksek Lisans tezinde o güne dek araştırılmayan bir konuyu araştırarak, Arap Baharı ve bilgisayar oyunları ilişkisini ortaya koyarak bir ilke imza attı. Küresel çizgi film ve bilgisayar oyunlarının çocuk ve gençler üzerindeki etkilerini anlattığı “Küçük Adamlara Büyük Oyunlar” adlı kitabı, bu alanda aileleri uyaran en önemli rehberler arasında gösteriliyor. 2010 yılından itibaren Hürriyet Gazetesi’nin çocuk ve gençlere yönelik yayınlarında görev alan Kurt, Hürriyet Cumartesi ekinde aile-çocuk yazıları yazıyor ve Hürriyet TV’de yayımlanan “Çocuklarla Bir Ömür” adlı programı hazırlayıp sunuyor. Yazarın ‘Yaban Ördeği Ailesinin Göç Yolculuğu’ adlı çocuk romanı, Gülten Dayıoğlu Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Vakfı tarafından ‘Yılın Çocuk Romanı (2017)’ ödülüne layık bulunmuştur.

Yazarın çocuk kitapları

Rüzgârın Şarkısı (Resimli çocuk öyküsü)
Doğa Defteri (Defter-Kitap)
Kitap Tamircisi (İlk Gençlik Romanı)
Yaban Ördeği Ailesinin Göç Yolculuğu (Çocuk Romanı)
Hayal Defterim (Çocuk-Yaratıcı Yazı Kitabı)
Gri Taçlı Turna Kuşu (Fabl/Çocuk Öyküsü)
Karaca ve Mucizeler Köyü (Çocuk Öyküsü)
Karaca ve Yürüyen Köşk (Çocuk Öyküsü)
Karaca ve Sihirli Orman (Çocuk Öyküsü)

Yetişkin kitapları

200 Adımda Çocuk Yetiştirme Rehberi (Rehber Kitap)
200 Adımda Ergenlik Rehberi (Rehber Kitap)
Küçük Adamlara Büyük Oyunlar (Araştırma-İnceleme)
Banu Avar’la Konuşma: Kültürel Soykırım (Araştırma-Söyleşi)
Mentollü Lârva (Şiir)
Dehlizler İçinde (Şiir)

Ödülleri

Gülten Dayıoğlu Çocuk ve Gençlik Edebiyat Vakfı 2017 Yılın Çocuk Romanı (Yaban Ördeği Ailesinin Göç Yolculuğu – 2018)
Çağdaş Eğitim Kooperatifi, Eğitimi Teşvik Eden Kişi Ödülü (2021)

Kürşat Okutmuş

Journalist Author.
TV News Editor.

Düşünceni Paylaş

Your email address will not be published.

Önceki Hikaye

Uyumsuz rastlaşma veya Burçe Karaca…

Sonraki Hikaye

Cansu Sönmez ile mutluluk vadeden Enginar Adası’nda

Kitap

Bedri Rahmi’nin ‘Karadut’u

Bedri Rahmi’nin Karadut tablolarının ve meşhur Karadut şiirinin esin kaynağı Türkiye’nin ilk kadın heykeltıraşlarından Mari Gerekmezyan'ın

Kadastrocu’nun tuhaf hikâyesi

Tayfun Pirselimoğlu Kadastrocu’da tuhaf bir rüzgârın -yoksa kaderin mi demeli?- önünde sürüklenen Cemal Kara’nın hikâyesini anlatıyor...

Haklarını yitirenler

Joel Andreas’ın imzasını taşıyan çalışma, Çin ekonomisinin ve siyasetinin son yetmiş yılda yaşadığı büyük dönüşümlere ışık