/

İkinci Yıldız yağması

Önce Evliya Çelebi’yi Seyahatnamesini yazarken, Kanuni'yi Irak seferinin minyatür çizimini heyecanla beklerken düşünün. Sonra da tüm bu eserlerin tozlu ve nemli bir ortamda kolilere tıkıştırıldığını, üzerlerine yağmurla karışık kirli suların damladığını!..

Önce Evliya Çelebi’yi Seyahatnamesini yazarken, Kanuni Sultan Süleyman’ı Irak seferinin minyatür çizimini heyecanla beklerken ve III. Selim’e Divanı’nı teslim ettiğinde büyük bir onur yaşayan Galib’i düşünün. Sonra da tüm bu eserlerin tozlu ve nemli bir ortamda kolilere tıkıştırıldığını, üzerlerine yağmurla karışık kirli suların damladığını!..

O kitapların bir depoda çürümeye terkedildiğini düşündükçe ürperdim ve konunun peşine düştüm. Türkiye’nin en önemli kütüphanelerinden olan İstanbul Üniversitesi Eski Eserler Kütüphanesi, 1999 yılından beri hasarlı olduğu gerekçesi ile kapalı. Kapalı olmasının nedeni hasar mı, yoksa bu paravan bir gerekçe mi bilmiyordum. Önce sordum etraflıca: Rektörden ses çıkmadı. Kütüphane Daire Başkanı da bu merakın yersiz olduğunu söyledi ama ben öyle düşünmüyordum.

“Hayali cihan değer…”

Bünyelerinde elyazması kitap koleksiyonlarını bulunduran İstanbul medreselerinden sonra, ilk üniversite 1863’te Darülfünûn-ı Osmani adıyla kurulur. 4 bin ciltlik kütüphanesi vardır. 1924’te Beyazıt’ta Takvimhane Caddesi’ndeki Medresetü’l Kuzat binasında Türkiye’nin ilk üniversite kütüphanesi olarak resmen kurulduğunda adı Darülfünûn-ı Umumi Kütüphanesi olur. Şeyhülislam Mustafa Hayrettin Efendi’nin eseri olan bu ilk kütüphane zengin bir kitaplığa sahiptir. Kütüphaneye zenginliği sağlayan ise Darülfünûn’dan kalan kitaplar değil, daha çok Yıldız yağmasından kurtarılarak buraya taşınan meşhur Yıldız koleksiyonudur.

Yıldız yağması!

31 Mart yalnızca kelleye ziyan bir gün olmayıp yapıya, saraya, kitaba da nüfuz etmiş bir muamma! İsyan bastırılıp görece bir düzene ulaşıldığında, tahttan indirilen II. Abdülhamit’in Yıldız Sarayı’nda bulunan kütüphanesinde hareketlilik başlar. Yıldız Sarayı’ndaki arşiv iki kısımdan oluşur: Birincisi zengin kaynaklara sahip eserlerin toplandığı bölüm, diğeri ise Abdülhamit’in özel arşivi ve jurnaller. Padişah değişince, jurnalciler de temiz bir sayfa açmak istemiş olacak ki, bu özel bölüm alelacele yok edilir.

Geriye kalan Abdülhamit’in özel atölyelerinde ciltlenmiş el yazması değerli kitaplar ve yine Abdulhamit’in özel olarak koruduğu polisiye romanlar İstanbul Üniversitesi’ne, arşiv malzemesi ise Başbakanlık Arşivi’ne gönderilir. Bugün -duruyorsa- Başbakanlık’ta halen bu arşivle ilgili ‘Yıldız Esas Evrakı’ diye dört ayrı bölüm bulunur.

İbnülemin kanunu

Yıldız koleksiyonu kadar önemli ve de zengin olan diğer bir aktarma ise İbnülemin’in kitaplığının katılımıyla gerçekleşir. Zengin bir aileye mensup İbnülemin büyük bir kitap meraklısıdır. Hem ailesinden kalan hem de kendi biriktirdiği kitapları 1953’te düzenlemiş olduğu bir vasiyetname ile İstanbul Üniversitesi’ne bağışlar. Bağışlarken tek bir şart koşar: Özel bir mekanda iyi muhafaza edilecek. Bu şartla birlikte İstanbul Üniversitesi Eski Eserler Kütüphanesi’nde bir müze oluşturulur: İbnülemin Mahmut Kemal İnal Müzesi…

Ve bu değerli kütüphaneye bağışlar Şevki Paşa, Necip Asım Katıksız, Sahib Molla, Rıza Paşa kolleksiyonları ile sürer. Bu her biri özel olarak toplanmış koleksiyonlar kütüphaneyi daha da zenginleştirir. Böylelikle dünya genelinde ilk üniversite kütüphanesi olmakla birlikte, en zengin yazma eserler kütüphanelerinden de biri olur. 20 bine yakın yazma eser, bugün dünyanın hiçbir kütüphanesinin sahip olduğu bir zenginlik değildir.

Özel fotoğraf koleksiyonu

Dünya genelinde ikinci kopyası olmayan 20 binin üzerinde fotoğraf da bu kütüphanededir. Osmanlı dönemi boyunca çeşitli fotoğrafçılar tarafından çekilmiş insanlar, binalar, şehirler ve de meydanlar… Abdülhamit bir dönem bu koleksiyondan seçkiler yaparak, birini tanıtım amacıyla Amerikan Milli Kütüphanesi olan Library Congress’e, diğerini de İngiltere’ye British Museum’a gönderir. Seçkiler o dönem büyük bir sükse yapar ve ilgi ile karşılanır. Çünkü bahsettiğimiz yıllarda fotoğraf Amerika’da bile henüz yaygın değildir.

Bir ayrılık vakti daha!

Kuruluşundan itibaren yerli ve yabancı uzmanların kütüphane hakkında hazırladığı fiziksel raporlar gelişimine olumlu katkılar sağlamış. Raporların da etkisi ile kütüphanenin mekansal gelişimine başından beri uygun olmayan eski binanın artık bu yükü taşıyamadığına karar verilir ve eserler ikiye ayrılır. 1985’te gerçekleşen düzenlemeyle birlikte gariptir (!) eski eserler bu yükü taşıyamayan eski binada, Cumhuriyet sonrası eserler ise yeni binada toplanır.

Hangi eserler var?

1999’dan beri hasarlı olduğu söylenerek kapalı olan bu değerli hazinenin bir de dökümüne bakalım isterseniz: 9 bin 941’i Türkçe, 6 bin 963’ü Arapça, bin 615’i Farsça ve az sayıda Ermenice, Rusça, Almanca, İtalyanca ve Fransızca olmak üzere 18 bin 600 yazma eser. 30 bin dolaylarında eski matbu eser, bin kadar fotoğraf albümü (yaklaşık 20 bin fotoğraf), bin 400 civarında harita ve plan, 300 civarında müzik notası ve 500’ün üzerinde gazete koleksiyonu. Matrakçı Nasuh’un Menazil-i Sefer-i Irakeyn’i bu kütüphanede. Ünlü hattatlar Yakut-i Müsta’simî, Şeyh Hamdullah ve Hafız Osman’ın paha biçilemez eserleri de öyle.

Koleksiyonun akıbeti ne olacak?

Geçmişte yurt dışından kütüphaneye çalışmak için çok sayıda araştırmacı geldiği biliniyor. Araştırma için başvurular, öğretim üyelerinden oluşan 5 kişilik bir komisyona sunulur ve izin çıkması halinde kütüphanenin kapıları açılırdı. Ta ki, o zengin koleksiyon kaderine terkedildiği güne dek!

Zaman içinde, İstanbul Üniversitesi Kütüphane Daire Başkanlığı eski eserlerin tamamını nadir eser kategorisine dahil ettirerek bu eserlerin dışarı çıkarılmasının önünü kesmiş. Ama bu kararın geç alındığını söyleyenlerde var. Öyle ki, kütüphaneden alınan birçok eserin, yıllar geçmesine rağmen geri gelmediği, akıbetlerinin ise belli olmadığı iddia ediliyor.

Bu vahim durumu, kendisi de İstanbul Üniversitesi’nde görev yapan bir profesörden teyit ettim. Profesörümüz yararlanmak için aldığı eseri, aradan 6 ay geçmesine rağmen arayan soran olmayınca, merak edip kütüphaneye giderek adına zimmetli bir kitap kaydı olup olmadığını sormuş. Hayır cevabını alınca da çok şaşırmış. Bu şekilde kaç eser buhar oldu bilemiyoruz!

Yapının problemleri zaten bilinen bir gerçek. Uzmanlara göre görkemli olmasına görkemli ama artık çok yaşlı. Eski eserlerin katili nem ve rutubet yapıyı esir almış durumda. Hasarlı olduğu için ihaleler yapılıyor, tamiratlar başlıyor ama bir sonuca varılamıyor. Eserlerin kolilerde olduğu, nemli ortamlarda kaldıkları ya da depolara tıkıştırıldığı iddiasının ise ne ispatı var ne de inkarı! Uzmanlar ise uyarıyor: Bu eski eserler namüsait ortamlara uzun süre dayanamaz. Her ne yapılacaksa bir an önce yapılmalı ve bu zengin arşiv kurtarılmalı.

Kürşat Okutmuş

Journalist Author.
TV News Editor.

Düşünceni Paylaş

Your email address will not be published.

Önceki Hikaye

Burada hayat yazıldığı gibi okunmuyor

Sonraki Hikaye

Diksiyonsuz Medya

Dosya

Altın çöplük!

Kapalıçarşı’nın tüm renklerini bilseniz de; her defasında yine yeniden bir renge vurulur, sanki hayatınız boyunca bu