“Büyüleyici, ilham veren bir dönem yaşadık”

Issızlaşan kent hayatını fırsat bilen çağdaş sanatçılar, yaşayan efsane Haliç Tersanesi’ne girerek ustalar ile buluştu. Mekanın büyüsü onları da etkisi altına almış olmalı ki, ortaya harika eserler çıktı. Yaşanan deneyimi heykeltraş Kemal Tufan ile konuştum...

Rivayet odur ki; Kadri kaptan yalılara sürtünürcesine geçerken, pencerelerden uzatılan bir fincan kahveye hayır diyemez, uzanır, dökmeden alır, yoluna öyle devam edermiş. Sezai kaptanın hüneri ise daha başka; ipe bağladığı yumurtayı vapur ile iskelenin arasına uzatır, yumurtayı kırmadan milim hesabı yanaştırır, aşağıda alkış kıyamet koparken, o da kaptan köşkünde bu durumun keyfini çıkarırmış. Kıyıda çocuklar “kaptaann düdükk” diye bağırınca, bu isteği kırmayarak uzun uzun düdüğe asılan, dönemin renkli Şirket-i Hayriye kaptanları bunlar…

Şair Sunay Akın “denize olmasa bile, hayrete düşüren” kaptan anılarını anlatır, İstanbul’un Nazım Planı’nda… Çünkü, son saniye iskele kapısını suratına kapatan kaptanlardan tatlı bir intikam almak ister. Öyle ya; hepsi birer usta kaptandır ama sakarlıkları da yok değildir! Mesela Süreyya kaptan. Anadolu Kavağı iskelesini söküp götürür bir gün. Yıllarca konuşulur üstüne…

Süreyya Kaptan gibi onlarcasının, zaman zaman yanaşmak zorunda kaldığı, kıyılarına demir attığı, yaralarını sardırıp bakımını yaptırdığı Tersane-i Amire, yani Haliç Tersanesi bugün 565 yaşında…


Orhan Veli, gözlerini kapatıp dinlediğinde İstanbul’u; sadece “sucuların hiç durmayan çıngıraklarını” ve “kadının suya değen ayaklarını” duymaz. “Çekiç sesleri geliyor doklardan” der. “Dok’lardan”, yani tersaneye ait dev havuzlardan gelen, Haliç’i, Altın Boynuz’u inleten seslerdir şairi sarsan…

Doklardan gelen çekiç seslerine, sanatçıların çekiç sesleri karışmaz mı? Endüstriyel imgeler mekânına, yakın tarihte ilk giren isim Ömer Uluç olur. 2007 yılında, tersane işçilerinin şaşkın bakışlarına arasında “Vapurların Seyri” sergisini çalışır. Uluç, o günlerin anısını, “Umut Burnundan Dolaşarak” kitabında yaşatır.


Donanma gemilerinden günümüz vapurlarının inşasına, insanla ve gündelik hayatla ilişki kuran, canlı bir hafıza mekânı olan tersane; 2019 yılında İstanbul Bienali ana mekanlarından biri olarak seçildiğinde de sanatseverler heyecanlanmıştı. Bienale günler kala ortaya çıkan asbest tehlikesi bu heyecanı yarım bırakmış, sanat bir kez daha tersanenin kapısından dönmüştü.

Her gördüğümüzde içimizi ısıtan İstanbul’un simgesi vapurların anayurdu, sanatçılara bir daha ne zaman ev sahipliği yapar derken, sürpriz proje çıkageldi. Pandemi sürecinde ıssızlaşan kent hayatını fırsat bilen 7 sanatçı, Şehir Hatları’nın özel projesi ile tersaneye girdi, maharetli ustalar ile buluştu.

Üretim aşaması biter bitmez, projenin küratörü Kemal Tufan ile buluştum. Çin’den Meksika’ya, Brezilya’dan Arjantin’e onlarca ülkede sergilenen 100’ü aşkın dev heykelde imzası olsa da, tarihi tersanenin büyülü atmosferi onu da etkilemiştir diye düşünüyorum…

Kürşat Okutmuş, Kemal Tufan

“Mekanın ruhu bizi heyecanlandırıp motive etti”

Bu tarihi mekanda çalışmak harika bir duygu olmalı…

Kesinlikle… Burası dünyanın en özel mekânlarından biri. Muhteşem ve hayranlık duyduğumuz bir atölyenin içinde, ideal bir çalışma ortamında olmak hepimize iyi geldi. Çalıştığımız mekanın ruhu bizi heyecanlandırıp motive etti. Büyüleyici, ilham veren bir dönem yaşadık.

Tersanenin atmosferini biraz anlatır mısın?

Devasa merdaneler, giyotinler, dev matkaplar, vinçler… Yaşayan bir sanayi müzesi… Projenin amacı mekanı detaylandırmak, anlatmak değil belki ama tersanenin tarihsel kimliğinin izini sürmek, zaman tüneline sokan atmosferini solumak eşsiz bir deneyim. Böyle bir mekânda heykel üreten sanatçının mekânla bir etkileşim içerisine girmemesi tabi ki olanaksız.

Kemal Tufan
Fotoğraf: Ozan Güzelce

Ustalar nasıl karşıladı sizi?

Çağdaş Türk heykeltıraşları olarak tersane ustaları ile buluşacak olmak bizim için de yeni bir deneyim olacaktı. Nasıl karşılayacaklar diye merak içindeydik aslında. Başta biraz uzaktan izlediler. Biz de galiba böyle devam edecek, o zaman işimize bakalım derken, tersanede var olan üretim ruhu, kısa sürede kaynaşmamızı sağladı. Bir kaç gün sonra kaynak, sac kesme, bükme gibi işlerde, hep birlikte olduğumuzu farkettik. Geleneksel ve teknik yöntemler ile çağdaş dokunuşların güzel bir buluşması, dostluğu oldu diyebilirim. Harika dostlar edindik.

Bu süreçte dev heykellerine bir yenisini daha ekledin… Eseri de, ismini de çok beğendim… ‘Maviye Uçmak’tan biraz bahseder misin?

Herkes tarafından çok kolay anlaşılacak, özgürlüğüne uçmak için bekleyen büyük bir kuş figürü; Maviye Uçmak. Mavi, çünkü mavi özgürlüğü çağrıştırır, denizler ve gökyüzü gibi. Kamusal alanda yerini aldığında bu özgürlük duygusunu kanadına dokunacak olan insanlara da geçireceğini umut ediyorum.

Bir sonraki buluşmamız için adres şimdiden belli o zaman, Mavi Kuş’un önünde…

Evet, güzel olur. Maviye Uçmak da, diğer eserler gibi zaman içinde halkın sosyal yaşantısına girecek ve bir referans noktası oluşturacaktır. Mavi Kuş’un önünde buluşalım gibi. Umarım bu dev eserlerin sayısı 7 ile sınırlı kalmaz, sayıları daha da çoğalır ve halkla buluşur.

7 sanatçı, 7 eser. Şimdi asıl soru şu: Bu heykeller İstanbullular ile ne zaman, nerede buluşacak?

Üretim aşamaları bitince eserler tersane ile vedalaştı. Yine tarihi bir mekan olan Kadıköy’de ki Hasanpaşa Gazhanesi’ne uğurladık. İlk olarak restorasyonu tamamlanan tarihi Gazhane’nin bahçesinde (Gazhane İklim Müzesi) sergilenecekler.

Ama nihayetinde sokağa çıkacaklar…

Evet. Projenin finali öyle planlandı. Eserlerin halkla bütünleşeceği, yoğun kamusal alanlara konulması arzusundayız. Çünkü maalesef İstanbul metropolü, çağdaş sanatta zayıf durumda. Kadıköy’deki buluşma yeri olan Boğa heykeli gibi, yeni noktalar oluşturmalıyız. Bunu da sanat yoluyla yapmamız lazım. Bu nedenle, burada üretilen eserler, kentin farklı kamusal alanlarına yerleştirilerek halkla buluşturulacak.

İstanbul Haliç Tersanesi, 2020
İlker Yardımcı, Sevgi Karay, Kemal Tufan, Ayla Turan, Bülent Çınar, Kadriye İnal, Bahadır Çolak

‘Haliç Tersanesi’nde üretilmiştir’

İşte, künyelerinde “Haliç Tersanesi’nde üretilmiştir” yazan o 7 eser ve sanatçıların proje hakkında düşünceleri:

‘UMUT’
AYLA TURAN

Eserim, geleceği temsil eden bir çocuk. Adı: Umut. Bu çocuğun farklı versiyonlarını, dünyanın farklı ülkelerinde de yaptım. Bu da İstanbul için umut olsun istedim. Tersanede teknik imkanlar muhteşemdi. Haliç Tersanesi dünyanın hiçbir yerinde yaşamadığım bir atölye deneyimi yaşattı. Açıkçası, şu anda projenin bitmesi nedeni ile hepimiz üzülüyoruz.

Ayla Turan, Umut

‘GELECEĞE BAKIŞ’
KADRİYE İNAL

Eseri, hayata bir beklenti ile bakan bir çocuk olarak tarif ediyorum. Büyük bir dairesel formun içinden uzağa bakan, gelecekte onu nelerin beklediğini merakla anlamaya çalışan bir çocuk. Herkes gibi o da hayattan bir şeyler bekliyor. İstanbul’la bağlantısı ise onun da İstanbul gibi büyüyen bir çocuk olması.

Kadriye İnal, Geleceğe Bakış

‘ZÜMRÜD’Ü ANKA’
SEVGİ KARAY

“İnsan olmak ne demek, insan olmanın yolculuğu nasıl bir şey” temasıyla hayata bakıyorum. Bundan dolayı da kadim bilgilerde, ruhları temsil eden kuşlardan yola çıkıyorum. Her bir kuş bu yolculukta kendimize koyduğumuz engelleri ifade ediyor. Çalışmalarımdaki esin kaynağım onlar. Burada da kendini tanıma yolculuğunun en son parçası olan yeni bir kuş yaptım.

Sevgi Karay, Zümrüd’ü Anka

‘MAVİYE UÇMAK’
KEMAL TUFAN

Maviye Uçmak özgürlüğüne uçmak için bekleyen büyük bir kuş figürü. Mavi, çünkü mavi özgürlüğü çağrıştırır, denizler gibi, gökyüzü gibi… Kamusal alanda yerini aldığında bu özgürlük duygusunu kanadına dokunacak halka da geçireceğini umut ediyorum.

Kemal Tufan, Maviye Uçmak

‘SESSİZ EVREN’
BAHADIR ÇOLAK

Sessiz Evren İstanbul’daki, kentin simgeleri olmuş sütunlara, dikili taşlara öykünerek yapılmış, gövdesinde dev bir hoparlör formu taşıyan anıtsal bir heykel. Yapıldıkları dönemdeki hikayeleri, anıları içinde barındıran tarihi sütunlar gibi, bu çağdaş sütun da yaşadığımız dönemin sosyal ve politik belleğini içine kaydederek geleceğe taşıyacaktır.

Bahadır Çolak, Sessiz Evren

‘SES KATEDRALİ’
BÜLENT ÇINAR

Bu heykel, her zaman kendinden daha kıymetli bir objeyi öne çıkartıyor. İstanbul’da meydanlara gerektikleri kadar önem vermiyoruz, ihmal ediyoruz. Umarım deniz ya da kültürel miraslarımızdan birini işaret edebileceği en iyi noktaya konumlanır. İstanbul’un bitmeyen kuru rüzgarları bir tesadüftür ki; bir vakit uygun bir nota arar, o zaman ney vari üfleyerek heykele, bu şehre tapanları mest eder.

Bülent Çınar, Ses Katedrali

‘LİRİK İLETİ’
İLKER YARDIMCI

Tasarım kültürünün, sosyal yaşam içinde yer alması çok önemli. Bu, bize dünya ile entegrasyonun ve özgür düşüncenin kapılarını açacaktır. Burada, tarihi tersanede çalışmak çok değerliydi. Bir heykeltıraş olarak temel geometrik formları kullanarak kompozisyonlar oluşturuyorum. Formları dilimlenmiş şekilde sergiliyorum. Bu durum izleyicinin heykel çevresinde hareketi ile bir illüzyon etkisi yaratıyor. Tersane-i Amire’de İstanbul şehir ölçeğini dikkate alarak şekillendirdiğim heykel, form ve anlatım olarak yaşamdan topladığı izleri, günlük hayata aktararak amacına varmış, sürecini tamamlamış olacak.

İlker Yardımcı, Lirik İleti

Kürşat Okutmuş

Journalist Author.
TV News Editor.

Düşünceni Paylaş

Your email address will not be published.

Önceki Hikaye

“Küresel kültür haritalarına bir itiraz: Anadolu Ödülleri”

Sonraki Hikaye

Bayramoğlu: “O gözleri unutamadım”

Söyleşi

Blues’in sufi hali

Ney ile Nazım Hikmet’i buluşturdu, Fazıl Say’ın piyanosuna üfledi, Tac Mahal gösterileri ile herkesi büyüledi. Kudsi

Salman: Onurlu yaşıyorum

Fransa’ya vize alamayınca konsolosluk önünde eylem yaptı. Ardından da sokakta yıpranmış halde görüntülenince, “Salman’ın hali perişan”